Yeni Sitemizde Yayındayız

Politika Dergisi Sayı 15

href="http://www.politikadergisi.com/sites/default/files/PD15.zip">Politika Dergisi Sayı 15'i İndirmek İçin Tıklayın.

 

22 Nisan 2008 Salı

Garip Bir 22 Nisan Yazısı

Uzun süredir sizi amatör yazılarımdan ve ağdalı anlatımımdan mahrum bıraktığım için duyduğum üzüntüyü anlatamam. Malumunuz; bahar. Rengârenk açan çiçekler, cıvıldaşan kuşlar ve dengesi bozulan hormonlar... Eros da sağa sola ok atıp duruyor. Takdiriniz, bu şartlar altında bilgisayar başına oturmak, otursam bile kafamı toplayıp bir şeyler yazmak öyle zor ki. Üstüne bir de atlattığım, atlatacağım sınavları koyun; nerde-nasıl iş bulacağım sıkıntısı ile gelecek kaygısını da ilave edin ve son sene telaşını da sakın ha unutmayın. İşte benim vücudumda baharın etkilerini katlayan diğer kaygılar…
Gel de yaz.

Ama kolayını buldum. Biraz beleşçilik yapıp "Tarihte Bugün" sayfasından 1–2 tüyo almadan edemedim. Aman yarabbi neler olmuş öyle!

Tarih: 22 Nisan 1969, Milliyetçi Hareket Partisi yayımladığı bildiride "TRT solcuların elinde bir beyin yıkama aleti haline gelmiştir" demiş. Herhalde 60 İhtilali’nin kudretli Kurmay Albayı Türkeş ihtilal günü eline aldığı mikrofonu çok beğenmişti. Hani yakın Türk Siyasi Tarihi’nde ilk defa emir-komuta zincirini de bozarak darbe yapan Subaylar Cuntası adında o meşhur bildiriyi okuduğu zaman. Ülkeyi kutuplaşmaya götürecek Milliyetçi Cephe hükümetlerine kadar böyle bildiriyle falan idare edecekti artık.

Tarih: 22 Nisan 1981, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı
Kenan Evren, İngiliz Financial Times gazetesine bir demeç vermiş. Türkiye'nin düştüğü kötü duruma parlamenterlerin sebep olduğunu söylemiş. Haklı; sonuna kadar haklıdır Kenan Paşa. Parlamenterlerin didişmesi, iktidar sevdaları buna sebep oldu. Ama Paşa bir şeyi daha eklemeli: kendi gibi askerin iktidar hırsı da buna sebep olmuştur. 1960 darbesiyle beraber asker gayet lakayt bir biçimde siyasete müdahaleyi düşünmüş; demokrasiye, cumhuriyete karşı doğan, çoğunlukla sadece kendilerinin algıladıkları tehditlere karşı, kafalarına estiği gibi, istedikleri zaman müdahaleden çekinmemişlerdir.

Yine 1960 yılından itibaren eski Gn. Kurmay Başkanı Cemal Gürsel’in darbeyi ve darbecileri sahiplenerek Çankaya’ya çıkması bunu yine eski Gn. Kurmay Başkanlarından Cevdet Sunay’ın takip etmesi birçok askerin Cumhurbaşkanlığı için bir alt basamak olarak gördükleri Gn. Kurmay Başkanlığı uğruna mücadele etmelerine sebep olmuştur.

Bu paşalar 30 Ağustos’ta yapılan yıllık atamalara nüfuz ettikleri gibi 1973’te ve 1980’de şahit olduğumuz üzere, bu hırsları artık ne kadar büyükse, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dahi parlamenterleri rahat bırakmamışlar; resmen aday çıkarmışlar, tehdit ve telkinle kendilerini seçtirmeye gayret etmişlerdi. Tıpkı Demirel ve Ecevit’in 1973’te uzlaşıp Faruk Gürler Paşa yerine başka bir askeri, Fahri Korutürk’ü, seçmeleri gibi durumlarda. Yürütecek tankları, meclisi saracak birlikleri hep vardı bu kudretli paşaların.

Bir diğer nokta da eski Cumhurbaşkanı Demirel’in, ki kendisi birçok hatasının yanında tüm siyasi yaşamı boyunca demokrasilerin çıkmaza düştüğü anda seçime gitmesi erdemini savunmuş bir devlet adamıdır, bir konuşmasında 12 ve 13 Eylül arasındaki farktan konuşuyor. Özetlersek ne oldu da 11 Eylül’de olan anarşi 12 Eylül’de bıçakla kesilmiş gibi birden kesildi. Madem bunlar işi biliyorlardı, sıkıyönetimde neden kesmediler/kesemediler. Madem 1 günde kesilecekti neden bu duruma gelindi. Bir sürü soru.
Askeriyenin eğitim sistemini bilmiyorum, ama gayet disiplinli olduğunu, akıla ve bilime önem verildiğini, laik düzeni ve Atatürk İnkılâplarını korumanın temel hedef olarak verildiğini tahmin edebiliyorum. Atatürk’ün rol modeli olarak gösterilmesini de anlıyorum. Fakat neden tüm askerler her şeyi en iyi ben bilirim; ülke battı sadece ben kurtarırım; o asil Türk Kanı sadece benim damarlarımda dolaşıyor diye düşünüyorlar? Eğer hala durum öyleyse ülkeyi daha çok felakete sürüklerler. Rejimi koruma her bireyin vazifesidir. Ordu devletin ve milletin ordusudur. Politikaya batmamalı; bize Balkan Savaşlarındaki gibi bir felaket yaşatmamalıdır. Siyasete bulaşmak isteyen sivil politika yapsın.

Tarih: 22 Nisan 1995, Rauf Denktaş 3. defa KKTC Cumhurbaşkanı seçildi. Büyük Mücahit Denktaş Bey’in Kıbrıs Davası’nda mücadelesi, yaptıkları inkâr edilemez. Hakiki bir vatanperver ve Türk büyüğüdür. Lakin keşke yerine bir prens yetiştirebilseydi de zamanı geldiğinde yolundan o yürüseydi. Hakkında, her ne kadar seçimle iş başına gelmiş olsa da, "diktatör" gibi nahoş benzetmeler kullanılmasaydı. Seçmen için sürekli aynı yüzü görmesi, politikacı mükemmel bile olsa –ki insanoğlu yaradılış gereği hiçbir zaman mükemmel değildir- bir noktadan sonra bıkkınlık yaratır; yenilik isteği doğurur. Bir de yapılan KKTC Anayasası’na ilerde (Güneyle) birleşip federal bir devlet kurulabilir tarzı bir emare koyup, bağımsızlığını ilan eden KKTC’yi gelip geçici bir idare hükümeti durumuna düşürmeseydi. Keşke adada resmi bayramlarda Türk Birlik komutanı ile birlikte aynı araçtan ÖZGÜR bir ülkenin devlet başkanı olarak el sallamasaydı. Bu durum bağımsız ülkelerde değil, ancak sömürge vilayetlerinde olur.

Tarih: 22 Nisan 1997, Bergama köylüleri siyanürlü yöntemle altın arayan şirketin işletme binasını işgal ettiler. İşte Eurogold Meselesi, siyanürlü altın, çevre tahribatı ve insan sağlığını tehdit eden madencilik çalışmaları taa o zamanlar başladı. Çizgili pijamalarıyla yürüyen koca göbekli Hopdediks Bayram Kuzu’nun, asteriks lakaplı Oktay Konyar’ın, Eski Belediye Başkanı (CHP) Sefa Taşkın’ın ve Ovacık Köylüleri’nin mücadelesinin sürdüğü yıllardı. Uzun süre sürüncemede kalan dava kazanıldı, ama ne yazık ki 24 Ocak 2001’de geçirdiği felç sonrası vefat eden Bayram Kuzu bunu göremedi. Kendisine Allah'tan rahmet diliyoruz. Şimdi aynı sorun Bergama’nın fıstık çamlarıyla ve halis çam balıyla ünlü Kozak Yaylası’nda karşımıza çıkıyor. Kaz Dağları’nda var. İnşallah Truva Destanı’na ilham olmuş, dünyanın en saf oksijene sahip yeri olan bin pınarlı İda Dağına, Sarıkız’ın Kaz Dağları’na sahip çıkan Hopdediksler, Asteriksler çıkar.

Tarih: 22 Nisan 1999, CHP Genel Başkanı Baykal, 18 Nisan seçimlerinden partinin aldığı oy oranı nedeniyle istifa etmiş. Türkiye’de seçim yenilgisinden sonra istifa eden ilk lider oldu. Birçok demokraside görevinde başarısız olan siyasetçi anında istifa eder; partisinin ve bağlı olduğu siyasi görüşün bekası için çabalar. Ama Türkiye’de diğer az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi koltuğa yapışılır, mümkün olduğunca uzun kalınmaya çaba harcanır. İnönü, Ecevit, Demirel, Erbakan, Çiller, Yılmaz hepsi bu hatayı yaptılar. Gitmek için illa tepe taklak olmayı beklediler. Eskide yaptıkları iyi işler dahi olsa makam düşkünü inatçı insanlara benzediler. Özellikle ilk üçü vaktinde çekilselerdi, köşelerinde otursalardı, muhtemelen büyük saygı görecek; siyasetin duayenleri olarak kabul edileceklerdi. Siyasi krizlerde yolu gösteren Çoban Yıldızları gibi olacaklardı. Ama olmadılar, olamadılar. Siyasetten çıkamadılar. Kudretli Demirel’e Demirbaş denildi; umudumuz Ecevit alil, hasta bir yaşlı adam olarak hatırlandı. Ne yazık!

İşte bir 22 Nisan daha geldi. Tarih, içine girmeyi, araştırmayı istemesek de önümüzde duruyor bakıp ders almamız için. Aksi halde tekerrürden ibaret mi kalırdı?

Yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Tüm “Adam Olacak Çocukların” ve içindeki çocuğu yaşatan büyüklerin bayramını; çocukların savaşlardan, doğal afetler ve açlıklardan ölmediği, istismar edilmediği, zorla çalıştırılmadığı, insanca, özgür, eşit, mutlu ve çocukça yaşadığı bir dünya dileklerimle kutluyorum.

En derin saygılarımla,
Mücahit ÖNDER

Hiç yorum yok:

Yazı Hakkındaki Yorumunuzu Bırakın

© Blogger Templates | Tech Blog