Yeni Sitemizde Yayındayız

Politika Dergisi Sayı 15

href="http://www.politikadergisi.com/sites/default/files/PD15.zip">Politika Dergisi Sayı 15'i İndirmek İçin Tıklayın.

 

31 Mart 2008 Pazartesi

Sen Nerden Çıktın Be Ispanak

İnsan gözlerine, kulaklarına inanamıyor. Burası bizim bıraktığımız ülke mi? Orada, burada İlhan Selçuk'un kalp spazmı geçirmesi üzerine "cehenneme yolu göründü" gibi mesajlar görüyor ve duyuyorum.

Hay, aksi!

Böyle bir anlayış nereden peyda oldu? Mevlana hoşgörüsüne, Yunus Emre'nin hümanizmasına yakışan bir anlayış mıdır bu? Anadoluluk değil bu, Türklük değil bu, İslam değil bu! Nedir bu? Bu, yıllardır insanların deyim yerindeyse DNA'sını değiştiren Arap-Amerikan emperyalizminin insanlardaki etkisidir.

Cehennem korkusuyla insanları dine zorlamak ancak ortaçağ kilisesinin yöntemi olabilir.

Tiksinç!

Dinimizi bir partinin, bir cemaatin anlayışına teslim etmek... O anlayışın hedef olarak gösterdiği kişilere bu tarz yakıştırmalar yapmak! Ah, Türküm ah! Sen ki, Ermenisiyle, Rumuyla barış içinde yaşamış millet!.. Yakışıyor mu aynı ekmeği paylaştığın insanlara bu tarz laflar söylemek!

Ne bizim kültürümüzle uyuşur, ne de insanlıkla...

Kültürün hoşgörü, dinin(en azından Anadolu'daki yansıması) hoşgörü...

Sen nerden çıktın be ıspanak?


Emrah ÖZDEMİR

Kapanan Parti Olsun Gül'üm

Türkiye Cumhuriyeti belli sağlam ilkeler üzerinden geleceğe doğru ilerleyebilecek bir şekilde inşa edilmiştir. Neydi bunlar? Bağımsızlık, laiklik, cumhuriyetçilik, ulusallık vd...

Ulus-devleti yıkmaya, gericiliğe yeltenen her parti, kurum kapatılır. Buna faşizm mi diyorsunuz? Hayır bu kendini koruma biçimidir. En özgürlükçü, tuzukuru İsveç'te bile parti kapatılabiliyor. Yani, kimse "Avrupa'da parti kapatılıyor mu" demesin. Her devlet kendini korur. Buna yönelik hassasiyetleri vardır. Avrupa'daki partiler sizin gibi davranıyor mu peki, değerli iktidar partililer?

Türkiye'de laikliğe aykırı davranıp, bu emellerin odak noktası oluyorsanız elbette kapatılacaksınız. Ancak bu bir çözüm mü?

İşte mesele bu!..

Kolluk kuvvetleri, eğitim kurumları, sosyal politikalar, yerel yönetimler, yurttaşlar, STK'lar, muhalefet kendi üzerinde düşeni yapıyor mu?

Her işi Anayasa Mahkemesi mi çözecek?

Polis tarikat ve benzeri oluşumlara karşı devrimlerimizin gereğini yapmış mıdır?

Eğitim kurumları sağlıklı eğitim verebilmiş mi? Bilhassa kentlerin taşraları diye nitelendirilen arka mahallelere.. Ki, dikkatinizi çekiyorsa tarikatlar burada yoğunlaşmıştır.

Tarımdaki makineleşme sonrasında olağan gelişme olan kente göç için bir zemin hazırlanmış mıdır? Yoksa, bunlar tarikatların, çetelerin ellerine mi bırakılmıştır? Sosyal devlet görevini yerine getirmiş midir?

Yerel yönetimler sağlıklı bir yapılaşmaya gitmiş midir? Yoksa tüm strateji ve politikaları oy üzerine midir?

Yurttaşlar! Çok sızlanan yurttaşlar! Siz üzerinize düşeni yerine getirdiniz mi? Küçük dünyanızdan çıkıp, çözüm önerileri sundunuz mu?

Ve siz, STK'lar! Siz göstermelik okul dikme törenleri yerine sağlıklı projeler sunabildiniz mi?

Muhalefet! Siz ne yaptınız? O kesimleri küçümsemediniz mi? Gittiniz konuştunuz mu? Biz size, çocuklarınıza şunları sunacağız dediniz mi?

Suç atmak kolay! Bu düzen böyle gittiği sürece, zararın bir yerinden keskin dönüş yapılmadığı sürece değişen isimler olacaktır.

Ve başbakanın reisicumhura mesajı şu olacaktır:

"Kapanan parti olsun Gül'üm, yenisini açarız!"

Emrah D. Örs


*Not: Değerli yazar, Atatürkçü İlhan Selçuk'a acil şifalar dilerim. Geçmiş olsun, İlhan Ağabey.

Katar Emiri'nden İnciler

Türk milleti olarak suiistimallere alışkınız. Siyaset öyle çirkin bir oyun ki; içine giren herkes ya yalan söyleyecek ya düzenbaz olacak ya ikiyüzlü olacak ya da daha kötüsü bunların hepsi. Belki de daha fazlası.

Sadece seçim zamanı kapımıza gelen; bizi “veli-i nimet” olarak, “Efendileri” olarak gördüklerini söyleyen takım elbiseliler, gravatlılar seçimden sonra bizi unutmuştur. Bunu biliriz, hatırlarız. Hatta kanıksamışızdır. Oylarımızı verdik.

Siyasete dinin alet edilmesi de tüm çirkinliğiyle karşımızda. Her ne kadar bunun onaylanmasına katiyetle imkân olmasa da buna da alıştık; “Milli Görüşçüler” sağ olsunlar. Allah’ın izniyle oyları cukkaladılar.

Terör dediler; seçim kampanyalarında birbirlerine ip attılar. Ulusalcılığı, Vatanperverliği, Türk Milliyetçiliğini de oya çevirdiler. 70 milletvekili çıkardılar.

Ama pes be kardeşim. Bu kadarı şeytanın dahi aklına gelmezdi: vatandaşın Uçkuruna da karıştılar. Erdoğan şimdi öncekilerinden de komik teziyle ortaya çıkıyor. Neymiş efendim her Türk ailesi en az 3 çocuk yapmalıymış. Hane halkı (aile üyeleri) mevcudu 5’e çıkmalıymış. Yoksa AB ülkeleri ve Eski Doğu Bloğunun bir kısmındaki gibi nüfus yaşlanır; genç nüfus oranı düşermiş. O zaman ülke gelişemezmiş, falan filan…

Sn. Başbakan “Ananı da al, git” lafından beri yargıya, üniversitelere, köylüye, işçiye ve tüm muhalif kesimlere bir sürü laf söyledi. Ya da yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir kabilinden yürüttüğü politikalarla hepsinin çanına ot tıkadı. Vakıflar Yasası girdi, 2B orman arazileri de. Şimdi sıra Sosyal Güvenlik Yasası’nda. Onu da hallettikleri zaman hükümetten ülke nüfusunun arttırılması için erkeklere en az 3 kadın almayı, sınırsız çocuk yapmayı ve çocuk başına devlet desteği almayı içeren bir yasa bekliyoruz.

Bu kadar popülist bir politika Katar’da, Umman’da, tüm Arap Dünyasında ve geri kalmış devletlerde olabilir. Fakat 1800’lerden beri resmen batılı politikalar izleyen, batılılaşan, uygarlaşan Türk Milleti için böyle bir olay söz konusu değildir. Başbakan, artık üslubu, Ortadoğulu söylemleri ve fikirleriyle İran Cumhurbaşkanı Necat’ı ya da Suudi Arabistan Kralı Abdullah gibi davranmayı bırakmalıdır.

Her erkek için cinsellik, cinsel yeterlilik ve kendini kanıtlama duygusu önemlidir. Fakat asıl mesele ne kadar çocuk yapılacağı değil, bunların nasıl bakılıp büyütüleceğidir. Hiç kimse çocuğunun yoksulluk, açlık, sıkıntı çekmesini istemez. Ya da diğerlerinden daha az mutlu olmasını. Ailesine bakamayan bir babanın ya da annenin ızdırabını en iyi anneler, babalar bilirler. Devrimiz “Allah verdi, oldu” devri değildir.

Hala 425 YTL gibi trajikomik bir ücretle aile geçindirmeye çalışanlar vardır ülkemizde. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ülkemizdeki yoksulluk oranı %17,81’dir ki pek de azımsanacak bir rakam değil. Böyle bir durumda yaşamını zorlukla idame ettiren birinin Sn. Başbakan’ın davetine uyduğunda gerekli beslenme, kira, giyim, sağlık, eğitim gibi temel kalemleri nasıl karşılayacağı belirsizdir. Herhalde düşüncesizlikle edilen hareketten sonra edilebilecek laf “Allah Kerim’dir” olamaz! İnsana önce eşeğini sağlam kazığa bağlamayı sonra Allah’a emanet etmeyi öğütleyen İslam Dini elinden geleni yaptıktan sonra geri kalanı Allah’a bırakmıştır. Allah Kerim’dir; lakin sorumsuzlara karşı kerim olduğunu düşünmüyorum.

Biraz daha detaylı veriyi Birleşmiş Milletler 2007–8 İnsani Gelişme Raporu’ndan aldım.

Gelişmekte Olan Ülkeler Ort.

Türkiye

Gelişmiş Ülkeler Ort.

Gelişmişlik Endeksi (1 birim)

0,691

0,775

0,947

Temel Eğitim Oranı (%)

85

89

96

Kadın Başına Düşen Çocuk Sayısı

2,9

2.2

1.7

Nitelikli Sağlık Personelince Yaptırılan Doğum Oranı (%)

60

83

99

Yetişkin Okur-Yazarlık (%)

77,1

87,4

99,1

2. Eğitime Katılım (%)

53

67

92

Ortalama Yaşam (yıl)

65,5

70,8

78,9

Kişi Başı Milli Gelir (ABD Doları)

5,282 $

8,407 $

33,831 $

Rapora göre Türkiye Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkelerin arasında bulunmakta. Doğum Oranı 2,2 ile pek az değil. Ayrıca düşük eğitim oranı, kişisel gelişim endeksi ve milli gelir de pek iç açıcı değerlerde değil. Umarım daha iyi değerlere ulaşırlar. Ama bu insanların cinsel güdülerini pervasızca tahrikle, düşünmeden ve sonucunu öngörmeden yapılan “nüfusu arttırın” çağrılarıyla, Türkiye’nin 80 yıllık nüfus planlaması, istenmeyen gebeliğe yönelik bilgilendirme ve korunma politikalarını tek hamlede çöpe atmanın ne lüzumu var?

Unutmayalım; bu lafları konuşan T.C. Başbakan’ı ve sözleri Hükümet Programı ve Devlet Politika’sını yansıttığı düşünülüyor. Eğer resmi politika buysa 2.2 doğurganlık oranıyla sağlayamadıkları istihdamı 3 ile nasıl sağlayacaklar? Bu arada eğitimli genç nüfus bir avantajdır. Eğitimsiz kalifiye olmayan o kadar gencin hayallerini çalmaktan utanmayacak mısınız?

Bu arada bir gazete reklâmında söylüyordu: “Angelina Jolie ha-mi-le” hem de ikiz. 3 çocuk da evlat edindi. Toplam 5 çocuk oluyor. Buradan Sn. Başbakan’a çağrıda bulunuyorum: Angelina’yı eşi Brad Pitt’le beraber Türk vatandaşı olmaya çağırsın. Hem Erdoğan’ın standartlarına göre genç nüfusumuz artasın hem de ülkemiz dünya çapında iki ünlü kazansın!

Saygılarımla,

Mücahit ÖNDER

30 Mart 2008 Pazar

Dış Borç Analizi: Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Karşılaştırması

Bu yazıda Osmanlı Devleti'nin dış borçlanmasını 1854 öncesi dönemle anmak her haldeki talihsiz bir tarihsel hata olur; çünkü Osmanlı Devleti ilk dış borçlanmasını 24.08.1854 tarihinde Kırım Savaşı sonrası gerçekleştirmiştir.

Bu borçlanmanın en büyük sebebi, Osmanlı Devleti'nin, yabancı devletlerle yapmış olduğu serbest ticaret antlaşmalarıdır. Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti'ni açık pazar haline getirmiştir. Ayrıca kapitalist dünyaya ayak uyduramayan Osmanlı Devleti'nin gelir-gider dengesi yaşanan dış ticaret açıklarıyla da iyice dengesizleşmiş ve artan askeri başarısızlar ile ordu giderleriyle birlikte Osmanlı Devleti 20 yıl içinde iflas etmiştir. Bankacılık sektörü ve ticaretin yabancıların eline geçmesi de oldukça büyük bir etken olarak ön plana çıkmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti'ni en sonda analiz etmek yerine, araya girişlerle bahsetmek istiyorum. Bakın Türkiye Cumhuriyeti bugün Gümrük Duvarlarını (bilerek büyük harflerle yazılmıştır.) çok kalitesiz çimentolarla örünce deyim yerindeyse bir serbest pazar haline gelmiştir. Yıllardı yaşanan terör saldırılarıyla ve ülkenin jeopolitik konumuyla, orduyu ilişkilendirecek olursak askeri harcamaların büyüklüğü de göze çarpmaktadır. Tek benzeşmeyen nokta, kapitalist sisteme ayak uydurulup uydurulamadığı ile ilgilidir. İzmir İktisat Kongresi sonrası yaşanan kapitalist süreç (devletçilik ve benzer dönemlerle kısıtlandıysa da) bugün oldukça gelişmiştir. Bu gelişim aslında 2. Cumhuriyetçilerin yaşattığı bir süreçten öte kapitalist dünya düzenine yapılan özelleştirmeler sayesindedir. Kısacası kapitalist düzen 24 Ocak kararlarıyla yabancıların elinde Türkiye'de gelişmektedir.

Osmanoğullarının torunlarının yaşattığı dış ticaret açığına bakalım. 1873 - 1890 yılları arasında ithalat ortalama 19.9 milyon Osmanlı lirasıyken, ihracat ortalama 11.5 milyon Osmanlı lirasıdır. Kısacası yılda ortalama 8.4 milyon Osmanlı Lirası dış ticaret açığı verilmektedir. Bu 12 yıllık dönemde 100 milyon Osmanlı Lirasından fazla dış ticaret açığı oluşmuştur. Dış ticaret ve dış borçlanma biririyle organik bağ içerisindedir. Çünkü dış borçtaki bir artışın en büyük nedenlerinden biri iç pazarda dış ticaret açığını sonlandıracak maddi desteğin bulunamamasıdır. Kapitalizme ayak uydurulamaması sonucu iç pazarda da istediğiniz kazancı yakalayamıyorsanız, bunun en başta gelen sebebi ülkenizde sanayi üretimiyle beraber tüm üretim sektöründe yaşanan durgunluktur.

Türkiye Cumhuriyeti'nin dış ticaret açığına bakacak olursak, sadece 2007 yılındaki verilerine bakacak olursak, ihracat ve ithalat arasındaki farkın (açık yönünde) 62.83 Milyar Dolar olduğu görülür. Bu tablonun sonunda yaşanan sonuç ise, "Dünyanın en yüksek faiz oranları ile borçlanan ülkesi Türkiye Cumhuriyeti'dir." sonucudur. Üretimde yaşanması gereken fakat yaşanamayan atılımın bir an önce atılması gerekmektedir. Özelleştirme sonrası ele geçen sıcak para ile kesinlikle bu açık kapanamaz.

Osmanlı'nın sanayi kuruluşları genelde temel tüketim mallarına yönelikti. Ara ve yatırım malı üretimi yapılmıyordu; sanayi sadece İstanbul ve İzmir'de yoğundu. Bugün itibariyle durumun değişmediğini görüyoruz; fakat önemli bir diğer nokta (benzerlik bağlamında) şudur: Bu sanayii yabancıların elindedir ve yabancılar alınan dış borçlardan büyük karlar elde ederler. 1923-1945 döneminde yaşanan millileştirme çabaları sonrası Türkiye ilk ve tek kez dış ticarek açıkları vermemiş ve Osmanlı'dan miras kalan dış borçların tamamı ödenmesi gerekenden 25 yıl önce ödenmiştir. Biz bugün millileştirme yerine halen özelleştirmelere gitmekteyiz. Peki ne uğruna: OY!!!

Rasyonel davranışlar, bu ülke de ne yazık ki sadece kişiye ve kuruma yönelik gerçekleştiriliyor. Asıl rasyonel olan davranış ülkesel, ulusal düşünmekle mümkündür.

Bu kadar verinin, geçmişle bugün arasındaki bağlantıyı kurmada yeterli olduğu görüşündeyim; fakat yine de yetersiz görürseniz sonuna kadar yazmaya niyetlyim.

Teşekkürlerimi sunuyorum, okumadaki sabrınız ve ilginiz için.

Gökhan DAĞ

Kaynaklar:
  • Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi
  • Türkiye İstatistik Kurumu

Terörist Sağcıymışız?

Dün Vatan gazetesi " 'Ulusalcılık' terör dosyasına girdi" başlık haberinde,

22 Temmuz seçimlerinden sonra İçişleri Bakanlığı'na atanan Beşir Atalay'ın, göreve başlamasının ardından kendisine sunulmak üzere bir dosya halinde hazırlanan kurumsal brifingde ulusalcılık,

Terörle Mücadele ve Harekât Dairesi Başkanlığı'nın faaliyetleri altında değerlendirilmiş.

Türkiye'deki sol, sağ ve dini motifli radikal İslami terör örgütlerini ve bu örgütlerin tehdit-risk durumunu takip eden EGM Terörle Mücadele ve Harekât Dairesi Başkanlığı,

Ulusalcılık akımını "aşırı sağ faaliyetler" başlığı altında ele almış.

Bu kapsamda birçok ulusalcıyı terörist ve sağcı ilan eden EGM

Terörle mücadele dosyasına;

Cumhuriyet Mitingine katılan Hükümet karşıtı muhalif sesleri,

Hem sağcı hem de terörist ilan ederek dosya kapsamına alması kafamızda bazı sorular doğrudu;

EGM; toplumu eli silahlı ve gizlice ülkeyi bölmeye çalışan teröristlerden mi?

Yoksa AKP'yi muhaliflerinden koruyup toplumu tek sesli yapmaya mı çalışıyor?

Son zamanlar da Ergenekon soruşturması adı altında "Ulusalcı" isimler gözaltına alınması,

Ardından bu haberin de ortaya çıkması kuşkusuz ki

Artık devlet içindeki kadrolaşmasını tamamlayan,

Kendisine karşıt olan Ulusalcıları sindirip, yok ederek

Şeriatı getirmeye çalışan AKP

Artık kendisine karşı büyük kitleleri bile sindirip yok etmeye çalışıyor...


"Bu demokrasi amaç mı olacak, araç mı olacak"

"Bize göre demokrasi hiçbir zaman amaç olamaz."

"Demokrasi ancak ilmi noktada ele aldığımız zaman bir araç olduğunu göreceğiz"

"Eğer demokrasi halk iradesinin tecellisi ise o halk neyi istiyorsa onun neticede ortaya çıktığı bir
araçtır."

"Öyleyse demokrasiye inandığını söyleyenler bunun neticesine de katlanmak zorundadırlar."

"Bu medeniyet inanıyorum ki 21. asırda İslam medeniyetinin öne geçtiği asır olacaktır."

"Bu yeni medeniyet dalgasına kim katkıda bulunursa, O katkıda bulunanlar ECRİNİ kat be kat fazlasıyla alacaktır."

"Bu yeni medeniyetin, İslam medeniyetinin onurlu yükselişine katkıda bulunamayanlar ZİLLET içerisinde kalmaya mahkûm olacaklardır."

1997 yılında Amerikan'ın toreto kentin de bu sözleri söyleyen Erdoğan,

Artık o zamanlar özlemini dile getirdiği şeriat için,

Bütün devlet kurumlarını kullanıyor

Ergenekon da "Ulusalcı yazarları" çeteci ilan edenler

Şimdi terörle mücadele dosyalarına "Ulusalcı insanları" terörist sağcı olarak alıyor ve
nitelendiriyor...

Bütün toplumu kamplara ayırıyor...

Önce Solcu diye ilan ettiği Ulusalcıları şimdi sağcı yapıyor...

Yetmiyor bir de terörist damgası vuruyor...

Gerilimleri yaratıp sonrada, gerilimlerin tarafı olmadık diyip..

Çıkıp "5 yıl bu adamı atmak için bekledim. Asla geri adım atmam" diyor...

Cumhuriyet Gazetesinin artık klasik o sözüyle yazıma son vermek istiyorum...

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

29 Mart 2008 Cumartesi

İlhan Selçuk İçin Karşılaştırmalı Bir Biyografi Notu

Hüseyin Cahit Yalçın.

Doğum tarihi: 1874.

Ölüm tarihi: 1957.

Hapse giriş tarihi: 1954.

Hapse giriş yaşı: 79.

Mesleği: Gazeteci, yazar, politikacı, milletvekili.

Hapse girdiği dönem: Yirminci Yüzyıl'ın ortası.

İktidar: Demokrat Parti.

İktidardaki Başbakan: Adnan Menderes.

Cumhurbaşkanı: Celal Bayar.

* * *

Ahmet Emin Yalman.

Doğum tarihi: 1888.

Ölüm tarihi: 1972.

Hapse giriş tarihi: 1959.

Hapse giriş yaşı: 71.

Mesleği: Gazeteci, yazar.

Hapse girdiği dönem: Yirminci Yüzyıl'ın ortası.

İktidar: Demokrat Parti.

İktidardaki Başbakan: Adnan Menderes.

Cumhurbaşkanı: Celal Bayar.

* * *

İlhan Selçuk.

Doğum tarihi: 1925.

Ölüm tarihi: Hayatta. (Allah gecinden versin!)

Gözaltına alınış ve işkence görüş tarihi: 1971.

Gözaltına alınış yaşı: 46.

Mesleği: Gazeteci, yazar. (Politikacı ve milletvekili değil).

Gözaltına alındığı dönem: Yirminci Yüzyıl'ın ortası.

İktidar: 12 Mart askeri darbesi.

İktidardaki Başbakan: Nihat Erim.

Cumhurbaşkanı: Cevdet Sunay.

Son gözaltına alınış tarihi: 21 Mart 2008

Son gözaltına alındığı saat: Sabaha karşı 4:30.

Son gözaltına alınış yaşı: 83.

Mesleği: Gazeteci, yazar. (Hâlâ politikacı ve milletvekili değil.)

Son gözaltına alındığı dönem: Yirmibirinci Yüzyıl'ın başı.

İktidar: Adalet ve Kalkınma Partisi. (AKP.)

İktidardaki Başbakan: Recep Tayip Erdoğan.

Cumhurbaşkanı: Abdullah Gül.

* * *

Remzi Kitabevi tarafından birinci basımı Ekim 2003'te yapılan Babam, Oğlum, Torunum, Yüz Yıllık Öykü adlı kitabımda kendisi için şöyle demişim:

"...Kişisel olarak tanımadan önce, İlhan Selçuk'un başından geçenleri izlemiş bir okur olarak oldukça sert bir kişiliğe sahip olduğunu sanırdım.

Oysa, kendisini tanıyınca çok şaşırdım.

İnanılmaz bir hoşgörüye ve hemen hemen sonsuz bir sabra sahip bir insanmış meğerse..."

* * *

Kitabın yazılmasının üstünden beş yıl geçti.

Tabii Cumhuriyet'te birlikte geçirdiğimiz yıllar arttıkça onunla daha da yakınlaştık.

Şimdi bana "İlhan Selçuk nasıl bir insandır?" diye soranlara:

"Mevlana hoşgörüsüne ve Hazreti Eyüp sabrına sahip bir insan" diyorum.

* * *

Bu küçük karşılaştırmalı notu ilerde bu konuda yazı yazacaklara mütevazı bir katkı olarak hazırladım.

Araştırmacılar, İlhan Selçuk'a yöneltilen, örgüt bağlantılı suçlamayı da tarihin ışığında iyi incelesinler.

Dönemin iç ve dış koşullarını irdelesinler ve tabii yukarda adlarını andığım üç gazeteciye bu acıları yaşatan politikacıları da ayrıca ve iyice değerlendirsinler!

Bu politikacıların demokrasi anlayışını mercek altına alsınlar ve tarihin yanılmaz yargısını kendilerinden sonraki kuşaklara dürüstçe aktarsınlar.

Emre KONGAR

Bu yazı yazarın izniyle www.kongar.org adresinden alınmıştır.

Sadaka Değil, Sosyal Devletimi İstiyorum!..

Bugünkü yazımı bir eylem için ayırmak istiyorum.

Yarın yani 30 Mart günü İzmir Gündoğdu Meydanın da 13.00'da,

İzmirli sivil toplum kuruluşlarının(Stk) oluşturduğu,

CUMHURİYET İÇİN GÜÇBİRLİĞİ ÇALIŞMA GRUBU olarak toplumun büyük bir kesimin de sorun olan işsizliğe,

Ne kadar geri çekilmiş olsa da tekrardan gelecek olan Sosyal güvenlik reform adı altında hakların gasp edilmesine karşı bir miting yapacaklar.

Miting de toplumuzdaki işsiz insanlarımızın sıkıntılarını dile getirecek,

Özellikle üniversite mezunu işsiz gençlerimizin sıkıntıları ortaya konulacak.

Diğer yandan AKP hükümetleri döneminde gördüğümüz

"Senin de oğlun çalışmayıversin ne olacak" zihniyeti ve

Al pirinççini, kömürünü ver oyunu...

Anlayışına karşı birçok insanımız yarın;

SADAKA DEĞİL! SOSYAL DEVLETİMİ İSTİYORUM

İŞ İSTİYORUM!

SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENCEMİ İSTİYORUM!

İNSANCA YAŞAMA HAKKIMI İSTİYORUM!

Diyerek sorunlarını dile getirecekler...

4 yıl üniversite de yükseköğrenim de okuduktan sonra,

25, 30 yaşında hala babalarının elline bakan,

Artık utancından ceplerinde 5 kuruşuz parasız dolaşan,

İşsizlikten dolayı "Bulanıma giren" gençlerimiz iş...

Birçok çalışan insanımız ise;

Aldığı askeri maaşla geçinemediğini,

Aldığı 500 ytl ile evini zar zor geçinirken,

Birde yetmezmiş gibi,

Hastane de muayene için,

Okulda alacağı eğitim için,

İşte Sosyal Güvence için, kendi cebinden para ödemek zorunda bırakılmasına,

Sağlık, Sosyal Güvence ve Eğitimden mahrum bırakılmalarına...

Hastanelerde, okullar da, "müşteri değil, insan muamelesi" görmek istediklerini haykıracaklar...

Her duyarlı vatandaşımız gibi yarın Gündoğdu Meydanında olmayı,

Haklarımızı sonuna kadar aramaya çağırıyorum.

Bugün belki işimiz olabilir,

Eğitim ve sağlığımız için gerekli paramız olabilir,

Ama yarın?


Bilgin Türk

28 Mart 2008 Cuma

Kurtuluş savaşı sonrası değişen hükümetler

Başlık ilk okunduğunda anlamsız geliyor insana haklısınız. Hemen kafalardaki soru işaretlerini gidermek için listeyi verelim;

İngiltere'de Lyod George 1922 de koltuğunu Andrew Bonar Law'a devretmiştir.

Fransa'da Aristide Briand koltuğunu 1922 de Raymond Poincaré'a devretmiştir.

İtalya'da Ivanoe Bonomi 1922 de koltuğunu Luigi Facta'ya bırakmış, Luigi kardeşimizde koltuğu aynı yıl Benito Mussolini ye devretmiştir.

Yunanistan 1922 yılında 1 kral ve 7 başbakan değiştirmiştir. İsimlerini kirlilik yaratmasın diye buraya taşımıyorum. Çünkü gerçekten çok uzun isimleri var.

Şimdi ben bunları niye buraya taşıdım? Burada hükümet değiştiren devletlerin hepsi ile aynı anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1922 yılında savaşmıştır. Mustafa Kemal Atatürk bu dönemde baş komutan ilan edilmiştir. Mustafa Kemal başkomutan olduğunda avrupa ülkelerinde hükümetlerin istifasına neden olacağını biliyormuydu bu sorunun yanıtı bilemeyiz ancak tarih bize gösteriyorki Mustafa Kemal Atatürk, Gazi Paşa, Başkomutan, Father of the Turks; tüm dünyanın gelmiş geçmiş en büyük komutanı ve devlet adamıydı. Bugün ne yazık ki bazı kafalar 10 kasımda 1 dakikalık saygı duruşunu anlamsız buluyor. Biz de soralım o halde, siz kazandığınız savaşlar (kuzey ırak harekatını düşünün) veya başarılar sonrası hangi avrupalı devlet adamının istifasına neden oldunuz? Hangi ülke liderini hem cephede yendiniz hemde siyaset hayatının sonu oldunuz?

Deniz Bilen, Bursa

Düşmanımın Düşmanı Dostumdur'a Alet Olmak

Osmanlı bizim atamızdır, doğru. Ancak öyle bir durum var ki; bu ne tarihe sahiplenmeye ne de ata sevgisine sığar. Kuyruk acısı yüzünden, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünü müteakiben nasıl mürteci alternatif bir tarih yazılmış, göreceğiz. Bu yolla bakalım, Cumhuriyet düşmanlığı nasıl Osmanlı karasevdasına dönüşebiliyor ve buna nasıl alet olunabiliyor?

Birincisi, Devlet-i Âli Osmaniye tarihte Türklerin kurduğu büyük bir devlettir. Kültürüyle, kadrolarıyla Cumhuriyetimizde de elbette izi vardır. Ayrıca tarihin mantığına ters bir durumu savunanlar da mevcut. Bağlantısız, birbirinden kopuk bir tarih mümkün değildir ama görülmelidir ki; devrimler tarihin seyrini olabildiğince değiştirir.

Bunlardan neden bahsettim? Cumhuriyet’in kuruluş döneminde olmasa da sonraları ve bilhassa 1950’lerden beri mürteci kesimde Cumhuriyet’in meşruiyetini tartışmak için tarihi tahrif etme akımı var. Değerli yazar Turgut Özakman’ın “Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele” adını taşıyan yapıtı bu konuda yazılmış en önemli eserlerden ve belki de en önemli eser. Abdurrahman Dilipak, Kadir Mısıroğlu, Hasan Hüseyin Ceylan gibilerinin mesnetsiz iddialarına tokat gibi cevaplar bu eserde fazlasıyla mevcut. Ondan bundan değil, belgeleriyle gerçek tarihten konuşalım.

Bu yazıma kaynak oluşturduğu için büyüğümüz, abimiz, değerli yazarımız Turgut Özakman’a daha yazının girişinde teşekkürü bir borç bilirim.

Osmanlı’ya -daha doğrusu Osmanoğlu soyuna- hayranlıklarından mıdır, Cumhuriyet’e düşmanlıklarından mıdır bilinmez bu kesimin yanlışlarını birkaç örnekle gösterelim.

Atatürk’ün Büyük Nutku’nun ilk paragrafında Vahidettin’in hıyaneti ile ilgili cümlelere bakalım. Bakalım Gazi, ne diyor:

“Saltanat ve Hilafet makamında bulundan Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını emniyete alabileceğini hayal ettiği alçakla tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşanın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir duruma razı.”

Peki, bu mürteci zevat ne diyor bu konu hakkında? Vay efendim, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya direnişi örgütlemesi için gönderilmişmiş de, Mustafa Kemal sonra Vahdettin’i arkadan vurmuşmuş.

Hatta Özakman’ın eserinde gördüğüm birkaç örneği de aktarayım da daha rahat anlayabilelim bu zevatı.

“Vahideddin’in, M.Kemal’i Anadolu’ya gönderen ve üstün yetkiler vererek işini kolaylaştıran, hatta ifa ettiği vazifeyi sağlayan insan olduğunu, vicdan rahatı içinde şahadet edebiliriz.”(Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, 1.C., s.147)

“Kemal Paşaya güvenerek.. Anadolu’nun kurtuluşu için Samsun’a gönderme fikri tamamen Halife-Sultan Vahideddin’e aittir.”(H.Hüseyin Ceylan, Büyük Oyun, 1.C., s.24)

Neler yazmışlar, neler? İnanın okusanız, ulusalcı komplo teorileri olarak bilinen yazıların, bunların yanında yere sabitlenmiş yazılar olduğu kanısına varırsınız. O kadar uçmuşlar, yani!

Şimdi bunların yanında bir tane daha dedikodu var. Güya Fevzi Paşa’yı Vahideddin çağırmış da… Direnişi sağlamak için görev verebileceği adamların listesini istemiş de… Listede Mustafa Kemal yokmuş da… O neden yok, hırsız mıdır, ahlaksız mıdır, beceriksiz midir demiş de… Fevzi Paşa, Padişah’a Kemal Paşa cumhuriyet taraftarıdır demiş de… Padişah da ona kurtulalım da sırf cumhuriyet ile kurtulalım demiş.

Şimdi Padişah bunları diyemez mi, diyebilirsiniz. Ancak bu iddiaların nerde ve ne zaman çıktığını bileniniz var mı? 1976’da, Tercüman’da… Peki, kimin ağzından? Fevzi Çakmak’ın eşi Fıtnat Çakmak’ın ağzından. Öyle olsa iyi... Olayın gerçekleşmesine(!) bakalım. Fevzi Paşa Fıtnat Hanım’a “bende bir sır var, bugünkü ortam sebebiyle söyleyemem, benle birlikte mezara gider bu sır” demiş. İşte kabaca yukarıda mış’lı muş’lu şekilde aktardığım şeyleri söylemiş.

Mezara gidecek sır, neden Fıtnat Çakmak’a gitsin? Diyelim ki, hayat arkadaşıdır söyler. İyi de siz bunun kimden aktarıldığını biliyor musunuz? Görenler de, Fıtnat Hanım’dan aktarılmış sanacak? Hayır! Fıtnat Hanım, ölünce yazılmış. Gazetenin faydalandığı sunî kaynak da dış kapının dış mandalı... İşte bu haber üzerine bu yaygara, bu telaş! Madem böyle bir haber geldi, yürüyün Osmanlı’yı kuruyoruz!

Bütün bu negatif izlenime rağmen, diyelim ki bu yazılanlar doğru! Bu kadar tavizi kimse vermez, haberiniz olsun. Kuva-yı İnzibatiye ordusunu, milliyetçileri kötüleyen sözlerini, Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanlarını(Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılan) görmezden mi geleceğiz? Şadiye Osmanoğlu(II. Abdülhamid’in kızı), Lütfi Simavi gibilerin Vahdettin’in paragöz olduğunu açıkça beyan eden tanıklıklarını görmezden mi geleceğiz? Lord Curzon’a çekilen telgraflar da mı yalan? Padişah’ın İngiliz koruması altında gittiği de mi… Peki, İngiliz Amiral de Robeck’in Damat Ferit’e verdiği “Sultan’ın kendisinin ve adamlarının selametini sağlayacak her türlü tedbirin alınacağı” güvencesi de mi yalan? Yalan diyenler Turgut Özakman’ın kitabına bakıp, daha net görebilirler. Hayaletle, gölgeyle değil belgeleriyle!

Sizi burada daha fazla boğmak istemiyorum. Ayrıca bu sözde milliyetçi takımı önüne bir baksın? Osmanlı yardakçılığı yapıyorsunuz da; Orta Asya’dan kalan Türkçe Kuran tercümelerini yasaklayan, yırtıp atan kim? Fatih Sultan Mehmet. Türkçe makale yazmayı yasaklayan kim? II. Abdülhamid. Kuru lafla milliyetçi olunmuyor.

Demem o dur ki; tarikatlarının, toplumsal statülerinin kaybolmasının kuyruk acısıyla Atatürk’e saldıran mürteci takımına alet olmayalım. Laik cumhuriyet bu ülkeye işte böyle soysuzların hilafet makamına sığınarak soysuzluğunu gizlemesini engelledi. Bu cumhuriyetin meşruiyetini tartışmaya, laikliğin içini boşaltmaya hiç kimsenin hakkı yok. Üstelik de bol keseden atma ile asla!... Kısacası amaç tarih yazmak değil, tarih bozma yoluyla birilerinin tekrar kendilerine rant(mali, siyasi, sosyal) sağlamaktır. Türkiye’nin demokrasi serüveni bunun öyküsüdür. Halkı din yoluyla uyutarak kendilerine rant sağlayanlar ve bu zevatın karşısında duranlar… Oyuna gelmeyelim! Hani, “tarih tekerrürden ibrettir” diye bir söz var ya, ona karşılık Mehmet Akif de sorar: “Hiç ibret alınsa tekerrür mü ederdi?” Tarihi cumhuriyetten intikam almak için değiştirmek yerine, yanlışları görüp tekrar emperyalistlerle uzlaşmasalar, tekerrür eder miydi hiç? Düşmanlarının düşmanlarına elde avuçta ne varsa vermeselerdi, bu duruma gelir miydik? Böyle değerlendirmekte fayda var.

Bu ülke gereğinden fazla Osmanlı’yı taşımıştır. Ortada bir nankörlük, hainlik varsa bu da bilhassa son dönem Osmanlılarındır. Önce gaflet, sonra dalalet ve nihayet ihanet içinde bulunarak… Bugün bir Irak olmadıysak bu Mustafa Kemaller sayesindedir. Ve nankörlük yüzünden çarpılacak birileri varsa da bu yönetimdir. Siyasi, ekonomik, kültürel açıdan dışarıya yamanmış bir ülke ve mirasımız. Tekrardan sormakta fayda var: “Nankörlüğü yapan kim?”


Not: Bağımsızlık Savaşımız(askeri olduğu kadar ekonomik, siyasi, kültürel açıdan da) ile ulusal benliğimizi korumamızı, cumhuriyet ve laiklik ile İslam ülkeleri arasında en olgun ve demokratik olmamızı sağlayan Mustafa Kemal başta olmak üzere tüm cumhuriyetçi kadronun aziz hatıralarını şükranlarımla selamlıyorum. “Gericiliğe ve emperyalize karşı, yaşasın Mustafa Kemal ideali”

Emrah ÖZDEMİR

İyi Polis,Kötü Polis

Dün ve Bugün de sürecek olan Meclisteki muhalefet parti liderleri köşkteydi.

Cumhurbaşkanı Gül, Stkların sağduyu çağırılarından sonra,

Meclisteki muhalefet parti liderlerini köşke davet etmesi,

Kafalar da Cumhurbaşkanı Gül'ün gerilen bu ortamda "siyasi parti liderlerinden AKP'ye karşı biraz daha anlayışlı olmalarını mı?" istiyor sorusu doğdu.

Kuşkusuz ki kapatma davasının en temel nedenlerinden biri olan türban,

Yargıtay'ın ve birçok hukukçunun uyarılarına, "krize neden olur" demelerine rağmen

Türban için hazırlanan anayasa düzenlemesini geçiren Gül bu gerilimli ortamın ilk adımını atanlardan birisiydi.

Şimdi kalkıp sağduyu çağırıları yapması,

Başbakan'ın ise tam tersi uzlaşmaz...

Gerilimleri biz yaratmıyoruz...

Asla taviz vermeyiz havası...

Gül ve Erdoğan'ın "İyi polis, kötü polisi" mi oynuyor havası yarattı.

Gül, dünkü Baykal ve Bahçeli görüşmelerinde kapatma davası ve Ergenekon'u konuşulmadığı bildirildi.

Ama Gül'ün muhalefet liderlerini böyle arka arkaya çağırması aklıma,

80 öncesi Ecevit'le Demirel'in birlikte Cumhurbaşkanı Korutürk'le konuşmak için Köşk'e çıkmaları geldi...

Bu sefer bir farkla Başbakan yok...

Başbakan uzlaşıyı ve "geri adım atmayı" karşı taraftan bekliyor...

AKP yandaşlığını saklamayan, Ergenekon da bizlere bilgileri önceden biliyormuş şekilde haberler yapan,

Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın dünkü yazısı ise AKP ve yandaşlarının ulaşmayacağı, tam tersine ortamı germeye devam edeceklerini açıkça gösterdi...

Ulusalcılıkla alakaları olmayan kişileri ulusalcı ilan edip

Birde Ulusalcılara ağız altından katil damgası vuruyor...

Sanırım 80 dönemini ya yaşamadı ya da hafıza kaybına uğrattı.

Bu ülke de hangi şeriatçı ve sağ görüşlü yazar öldürüldü?

Hangi kendi cenahlarından olan yazarlara,

Bombalı paket yolladılar,

Uğur Mumcu gibi Ahmet Taner Kışlalı gibi arabalarına bomba konuldu,

Ya da arabalarında silahlı saldırıya uğrattılar,

Hangi kendi cenahtaki yazarları çok değil,

8 yıl önce evinin önünde Hablemitoğlu gibi öldürüldü?

İlhan Selçuk mu Danıştay'ın türban kararı için hedef gösterdi...

Ya da yayın yasağı olmasına rağmen kapatma davası açan cumhuriyet başsavcısı Abdurrahman YALÇINKAYA için "İŞTE O SAVCI" diye başlık attı.

Yoksa Alparslan Arslan gibi gidip Danıştay'ı bastı.

Ya da Cumhuriyet Gazetesi Ergenekon savcısı Zekeriya ÖZ için "İŞTE O SAVCI" diye başlık attı.

Ahmet Altan dün AKP'ye "sakın ha bunlarla uzlaşma" mesajı verirken

Aklıma Erol Mütercimlerin bir sözü geldi;

Dün ağızları kan kokan,

Elleri kana boyalı olanları unutmuşa benziyor...

Kısaca ülkeyi germek yolunda,

AKP ve yandaşları anlaşılan "iyi polis, kötü polisi" daha çok oynayacağına benziyor...

Bilgin Türk

27 Mart 2008 Perşembe

Akılcı Olmayan Müslüman ve Politika

"Müslümanlık, aslında nedir, nasıl kabul edilmiştir?" sorusu akılcılığı zorlayan fakat sonunda kabule dayanan akılcılık dışı bir dayatmayla başlar. Şunu demek istiyorum eğer Müslüman olduğunuzu iddia ediyorsanız, Müslümanlığı kabul etmiş olursunuz ve onun kurallarını bir bütün halinde kabullenirsiniz.

Benim bu yazıdaki en büyük iddiam, Müslümanlığın her koşulunun olmasa bile birçok koşulunun akılla yorumlanabileceğidir. Bu yorum çerçevesinden ise politikaya geçmek istiyorum. Kısacası akıl, Müslümanlıkta, her şeyi kavrama yetisine sahip olmayan ama bir çok şeyi aydınlatan bir kavram olarak karşımızda durmaktadır. Ama durum politikada da böyle mi?

Bakın bu konuda Peygamberimiz (Hz. Muhammed) neler buyuruyor: "“Akıllı, Yüce Allah’a inanıp peygamberini tasdik eden ve emirlerini yerine getiren kimsedir.” Peygamberimizin burada demek istediği, aklınız varsa Allah'a ve peygamberlerine inanındır. Buradan bir tehdit anlamı çıkarmayın, S.A.V bizi burada akılcı davranmaya davet ediyor. Tabi ki inanışları çerçevesinde.

Bakın Al-i İmran suresinin 7. ayeti akılla ilgili neler diyor: ""Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır." derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez."

Derin düşünmenin de üstün akıl olduğu varsayılıyor; ama bize öğretilen nedir? Sorgulama, derin düşünme... Dilerseniz birkaç örnek daha vereyim. Bakın Peygamberimiz ve Aişe Validemiz aralarında nasıl bir diyalog geçiriyorlar:

Aişe validemiz suâl etti ki:
-Ya Resulallah üstün olmanın ölçüsü nedir?
-Akıldır. Aklı çok olan daha üstündür.
-Herkesin üstünlüğü yaptığı işe göre ölçülmez mi? İyi iş yapan daha kıymetli değil mi?
-Ya Aişe insanlar, akıllarından daha fazla mı iş yaparlar? Herkes aklı nispetinde iyi iş yapar, ona göre de mükâfatını alır.

Burada da aklın önemine dikkat çeken bir nokta var; ama unutulmaması gereken bir diğer nokta da şudur: "Akılla eğer birçok şeyi kavrayabilirsek peygamberlere neden ihtiyaç duyulsun?" Demek ki akılla her şeyi idrak edemiyoruz, ama inanın ki bu din için böyle. Ama unutulmaması gereken, tekrar ediyorum din de bile birçok şeyin akılcı düşüncelerle kavranabileceğidir.

Müslümalık dininin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim, değiştirilmiş olabilir mi? -Akılcı düşünürsek evet, ama akılcı değil de başka türlü düşünürsek, hayır-

Gelin iki cevabı da belirli bir çerçeveler çizerek sınırlayalım. İlk önce sadece bu konuda akılcı düşündüğümüzü, yani kutsal kitabımızın değiştiğini varsayalım. Nasıl olacak bu? Kur'an-ı Kerim eğer, Hz. Muhammed öldükten sonra kitaplaştırıldıysa, ve doğan hukuksal boşluk çerçevesinde ya eklemeler veya çıkartmalar yapıldıysa. Hani Kur'an oku diye başlamıştı, neden surelerin yeri değişik?

Akılcı olmayan bir davranış ise, Kur'an-ı Kerim'in değiştirilmediğini her şeyiyle savunur. Aklı dışında.

Yanlış anlaşılmasın amacım Kur'an-ı Kerim'in değiştirildiğini söylemek değil. Sadece akılcılık ile akılcı olmamanın yaratacağı durumları örneklemek.

Kısacası, akılcı davranan Müslüman birçok nokta da doğruları bulabilir, ama bu onun birçok yanlışa da gitmeyeceğinin garantisini vermez.

İyi de tüm bu anlatılanların politika ile alakası nedir? Politika, kesinlikle akılcılık dışı bir mantığı kabul edemez. Aslında politikanın en akılcı davranışı, insanların akılcı davranmamalarını sağlamaktır. Bugün de durum bundan ibaret.

İster dinci bir iktidar olsun, ister dinli ama dinci davranmayan bir iktidar olsun, isterse dine hiç inanmasın, tüm iktidarların ve daha geniş düşünürsek politikacıların amacı akılcı çözümlerle, kamuoyunu akılcı düşünmemeye sevk etmektir. Bilinçli insanlar talep ederler. İnsanları ne kadar bilinçlendirirseniz size karşı talepleri de o kadar artar.

Bir an için politikayı bir din olarak düşünelim. Akılcılığı belli alanlarda kullanalım. Kimin politikaya karşı bir ilgisi kalır ki. Çünkü politika kendi içerisinde çelişkilerle doludur. Politik davranan biri bir gün laikliğe küfrederken, ertesi gün ona sarılıp, sonrasında ise tekrardan laikliğe karşı suçların odağı haline geldiği iddia edilen bir partinin başına geçebilir. İşte politika böyle bir şeydir.

Demek istediğim şu sevgili okuyucular, "Politika ile din bu konuda olduğu gibi hiçbir yerde uzlaştırılmaya çalışılamaz, çalışılmamalıdır."

Bir politikacının en büyük akılcı amacının ne olduğundan az önce bahsettim. Ama bu amaca giden yolda, dine politikanın lekelerini sürmenin, akılcılıktan çok akılsızlık olduğunu da burada belirtmek istiyorum. Bu lekeye aldırış eder misiniz, yoksa etmez misiniz? İşte bu sorunun cevabın da takınılacak tavır sizin ne kadar akıllı olduğunuzla orantılı.

Teşekkürlerimi sunuyorum. Okumadaki ilginize ve sabrınıza da.

Gökhan DAĞ

26 Mart 2008 Çarşamba

"İslamda Kadının Yeri" üzerine giriştiğim bir tartışma

bir platform da "islamda kadının yeri" konusunda bazı şeyler yazmıştım. bir kullanıcı bana saldırı niteliği taşıyan bir kaç mesaj atmış, bende kendisine bazı cevaplar verdim. buraya taşımamın amacı verdiğim cevabın "politika dergisi"nin ulaştığı kitle içinde bir şeyler anlatabilecek olmasıdır.

(yazdığım platformda büyük harf kullanımı yasak olduğu için tüm yazı küçük harfle yazılmıştır. bir yazım hatası olmadığını okurlarımızın affına sığınarak belirtmek isterim.)


"amerikayada gittim avrupada bir çok ülkeyede gittim çok gezdim çok da okudum sen hiç merak etme, adını yazdığın ülkeleri çok iyi bilirim şüphesiz...

ya ego sorunu çeken üniversite professorlerimizden birisin yada ilk gençliğinde ailen-çevren tarafından çok ezilmişsin. klavye başında gözle görülür bir tatmin sorunu yaşıyorsun çok açık. önyargılı olduğumdan bahsetmişsin, kaldıki benim bu yönde yorumlanabilecek bir cümlem bile olmadı, ancak görünen o ki önyargı sorunu çeken sensin. kendini benden üstün görüyorsun, daha bilgili daha aydın olduğunu düşünüyorsun. beni iki üç kalitesiz cümleyle ezebileceğini felan düşünmüşsün komik. senin egonla senin id in arasında kalmış bir mücadele bir şey diyemem...
ben senin kadına bakışını bilemem pek tabi haklısın. orasıda yine egonla idin arasına yaşanan sapıkça bir mücadele...

hangi görüşü savunduğunda zerre kadar ilgimi çekmiyor. zira ben insanlarla konuşurken, aha bu fetocudur, aha bu solcudur, aha bu sağcıdır diye iletişim kurmam. iletişim kurmada saçma bir yoldur. benim için bütün insanlar aynıdır. tek bir doğru vardır, insanlar o doğruyu kendi çıkarları lehinde yorumlarlar bütün olan budur. benim yapmak istediğim ise o veya bu şekilde "önceden yönlendirilmiş" insanları bir an olsun düşünmeye-sorgulamaya sevk etmektir...

amerika, fransa, ingiltere hatta listeyi uzatalım, isviçre, almanya, japonya, avusturya vs. bu ülkelerin sömürgeci olması yada olmaması "islamın kadını yok saydığı gerçeği"ni bence değiştirmez. onların sömürgeci olması gene onların kendi insanlarına verdikleri değeride değiştirmez. onların sömürgeci olması kadınlara yönelik olan recm cezasının "insani" bir ceza yapmaz.

komunizm ile islamın sadece ekonomik ilişkilerde ve çok az bir kısmının örtüşüyor olması islamda kadının adının olmadığı gerçeğini değiştirmez. öte taraftan hatırlatmakta fayda var "din afyondur" diyen zat-ı muhterem komunizmin teorisyenidir biliyorsun. ama sen din afyondur diyemiyorsan zaten bu sözün senin fikir dünyanda bir imgelem yaratmayacağı açıktır. bu yönde bir şeyler çağrıştırmasınıda bekleyemem çünkü sen islamda kadının yeri olduğunu var sayıp islam dinini savunuyorsun... bende sana inatla söylüyorum din afyondur. islamda, hristiyanlıkta, diğerleride... devlet-toplum ilişkilerini yönlendirmekten başka hiç bir işe yaramaz. bu bağlamda düşün bakalım erkek egemen bir dünyada "kadın" neden toplum yaşamının içine alınsın ki? madem kutsal olanı biz yazıyoruz, (biz = erkekler) neden kadınlara yer verelim ki, sosyal yaşamdan neden pay verelim ki...

dinler biraz da insanlara bireysel düzeyde iç huzur verir. fazlası, ahirete bağlılığı, ahiret için bu dünyanın yadsınmasını benimseyen bir inanca kadar götürür. islamın bugün bir cahiliye sorunu çekmesinin nedeni budur. oysaki hz muhammeddin "çalışmak" adına söylediği sözler çok açıktır. keşke islam dünyası peygamberin "iş yaşamı" konusundaki söylemlerini daha ciddiye alsaydı. belki bugün amerikanın değilde ön asya ülkelerinin ekonomik,güç olmalarından bahsederdik...

diğer taraftan komunizm sadece yaradanı yoksaymaz. devrim sonrası devletsiz bir yaşamıda savunur. anarşist bir yanıda vardır. komunizm de zina diye bir şuç yoktur. komunizmde hırsızlık yapanın eli kesilmez. komunizmde kadınlar üretim sürecinin (iş hayatının) dışına itilmez. kadınlar komunist manifesto bile yazarlar hatta marxizmin eleştirisini bile yapabilirler. islamda var mı böyle bir şey çok merak ettim gerçekten (!)

kemalist olarak herkes kendini nitelendirebilir. oy alma pahasına rte bile kendini kemalist ilan edebilir. ancak kemalist olarak yaşamak çok zordur. yaşamdaki her anında kemalist ilkelerle yaşamak güçtür. bu şekilde bir yaşamı mustafa kemal atatürkte istemezdi. atatürkün istediği kemalizm ışında aydınlanan ve yol alan bir toplum yaratmaktı. kemalizm her derde deva olmayabilir. ancak kemalist bir perspektif vardır ve atatürk senden sadece bu perspektiften bakmanı ister, daha fazlasını değil...

fikirlerine önem verdiğin insanlara için de bir şey diyemem. bu öznel bir şeydir. senin için önemli olan benim için önemli olmaz. ama fikir almak fikir vermek zor şeydir eğer doğruya ulaşmak istiyorsan. fikir veren "bilgi"yi önce kendi süzgecinden geçirir ve anladığı kadarını aktarır, fikri alanda "kendisine aktarılan kadarını" alır ve kendi süzgecinden geçirir ve algılaya bildiği kadarını içselleştirir...

objektif olmamı istemişsin bu konularda. sana nasıl objektif olabileceğin hakkında bir kaç bilgi vereceğim. sadece burda değil bütün hayatında bu kuralları uygula bence, zor ve ayıp şeyler değil birazdan söyleyeceklerim... objektif olmak için önce karşındakine değer vermen gerekir. karşındakinin de insani değer yarıglarına sahip olduğunu bilmelisin. karşındakinin sözlerine açık olmalısın ki onu dinleyebilesin. onu dinleyesin ki ne demek istediği anlayabilesin. onu anlaki onun sorularına - korkularına - isteklerine vs. doğru düzgün cevap verebil.

objektif olmanın bir diğer şartı da olaylara çok yönlü bakabilmekten geçer. ben senin açındanda bakıyorum olaya. her ne kadar geçmişine vakıf olmasamda büyük ihtimalle "kuran-din-peygamber" sorgulanamaz şeklinde bir şeyler aşılanmıştır sana. ama birazcık zorla kendini, günahın benim boynuma olsun. kuran günümüze kadar hiç mi değişmemiştir? böyle bir şey mümkünmü sence? kuran sonradan yazılıyor. hz. muhammed öldükten sonra yanılıyor muyum? yayın evinde de basılmıyor. kul yazıyor... kul yazarken hata yapamaz mı hiç?

yada başka şeyler sorgulayalım, ibadet dili diye bir şey var mıdır? ibadet ettiğin tek ise, ve o kimsenin hayal edemeyeceği kadar bilgili ise, türkçe olmuş - arapça olmuş fark eder mi ? azıcık bilinçlene bilse şu müslüman dünyası, körü körüne inanmasa bazı şeylere çok daha farklı olurduk...

şu ana kadar konuştuklarımızın bana bir faydası olmadı, olmuyor doğrudur. çünkü benim açımdan yeni bir bilgi girişi yaşanmadı. belki 1-2 dakikalığınada olsa seni bir şeylere düşünmeye itebilmişimdir. "

25 Mart 2008 Salı

Bir Türlü Olmayan Doğumun Bitmez Sancıları

Söyleyeceklerimi duymaya hazırsındır umarım sevgili dostum.Sana güzel haberler vermeyi ne çok istediğimi bilemezsin.Ancak günlerdir Ankara'da gökyüzünde sıkıntı ve huzursuzlukla dolaşıp duran boz-gri bulutların taşıdığı bereketi bir türlü bırakamaması gibi, Türkiye de devamlı yeni sancılar çekmesine rağmen, doğumu uzayan bir kadın gibi kıvranıyor.

Yüzyıllar önce Orta asyadan gelip yurt edindiğimiz, bir kısrak başı gibi Akdenize uzandığımız Anadolu, daha önce de sayısız savaşlara ve entrikalara sahne olmuştur.

Osmanlı'nın yıkılışı da sancılı olmuştur, o küllerden doğmuş tertemiz çocuk Cumhuriyetin doğumu da.

Hain Vahdettin'in gidişine üzülenler de çıkmıştır, Mustafa Kemal'in başarışına da.

Saltanatın gidişine hırslananlar ve kabullenemeyenler de olmuştur, Kadınla erkeğin eşit olmasına da.

Bu topraklar tarih kitaplarından önce bile birçok kez ölümlerin kederini ve ölümden sonraki doğumların heyecanını taşımıştır her zerresinde.

Son zamanlarda yaşananlara, belki de bu kadar görmüş geçirmişliğinden ve bilgeliğinden şaşırmaktadır bu topraklar, bizim kadar.

Peki son zamanlarda neler oluyor bu topraklarda?

Türkiye Cumhuriyeti'nde kılıçlar kınından çıktı. Herkes safını seçti ve savaş başladı.

Yaklaşan ekonomik buhranın ayak sesleri uzaktan duyulurken, Başbakan İspanya'da velev ki.. diyerek, daha önce kesinlikle öyle olmadığını savunduğu türbanı, siyasi simgesi ilan etti.

YÖK'ün başındaki kukla ortalığı daha da karıştırdı ve üniversitelerde yeni girmiş öğrencisinden, en üst düzey öğretmenine huzur, dirlik kalmadı.

Türban Krizi, elim sende sınır ötesi operasyonu aslında birşeylerin habercisiydi.Hepimizin aklında olan, "5 Kasımda Bush'la Tayyip ne konuştu?" nun cevapları vardı buralarda çünkü.
Ancak Amerika Hac Ziyaretinin ve tanrı'larının buyruklarının ne olduğu son günlerde ayan beyan görülmeye başlandı.

Bu soruşturma başlayalı oldukça uzun süre geçti ancak, İddianamesi yok,
Kafalar iyice karışsın diye içine her türden adamı katıp karıştırdılar ve adını Ergenekon* koydular.
Görünen o ki, Ümraniye'den çıkan Ergenekon Soruşturması, öykündüğü aslına benzer bir şekilde, Amerikanın emriyle ve Amerikaya karşı olan tüm Türkleri yok etmek istercesine önüne gelen tüm engelleri göz altına alarak ilerliyor.

Akp nin yaptığı yolsuzlukları kitaba döken ve herkes tarafından okunan Ergun Poyraz 8 aydır içeri alındı.
Neden?
Akp'nin yolsuzluklarını açıkladığı için mi?
Buraya kadar eski subaylar, mafya eskileri, muhalif yazarlar, ya da onu bunu Ergenekon'la topladılar.
Hele yandaş basını görmeyin.
Breh breh breh!
Mangalda kül bırakmadılar.
Ağzımız açık "neymiş bu Ergenekon? "dedik.
Peki bu sancılar nasıl başladı?

Aslında, 5 Kasım'da, herşeye rağmen Amerika'ya gidip, Bushla görüşen, Tayyip Erdoğan'ın kapalı kapılar ardında ne konuştuğunun bilinmemesiyle başladı sancılar?

Velev ki.. den sonra uyarı gelmesine rağmen, %47 sarhoşu AKP uyarıları dinlemeyerek son hız devam edince, kapatma davası gündeme geldi.

Sonra?
Sonradan olma akpli Ertuğrul Günay'a, Beş vakit az geldi, gürledi var gücüyle, kapatma davasının nedenini öğrendik böylece.
Neymiş?
Kapatma davası Başsavcı Ergenekon'un ucu kendine uzanır diye açılmış!

Sonra?
Çalışma Bakanı Sosyal Güvenlik Yasa Tasarını halletmiş olmalı ki, bize bazı bilgiler verdi
"Kanıbozuklar" hakkında.

Sonra?
Arınç cenazede Ölümden bahsetmeye başladı.

Sonra başbakana bi baktık, hop orda, hop burda, hop kapı arkasında, bağıra çağıra gerdi ortamı, sureler okudu, var gücüyle kapatma davasının demokrasiye aykırı! olduğunu bağırdı.

Kapatma davasından tam bir hafta sonra geceyarısı baskınıyla, ağızlarının payı verilecekti nasıl olsa.
Gel gör ki durum pek de umdukları gibi olmadı.
Akepe bu sefer öfkeyle kalkıp zararla oturdu.

Gecenin dördünde kendi gazetesini bombalama işini organize eden (ilerlemiş yaşından dolayı yapmış olsa gerek) İlhan Selçuk'un ve diğerlerinin tutuklanması kılıçların kınından çıktığının işareti olarak algılandı tüm Türkiye'de.

Cumhuriyet Gazetesi önünde bir kalabalık ellerinde "Hepimiz İlhan Şelçuk'uz" yazan pankartlarla "Tayyip bizi de gözaltına al" diye haykırdılar.

Ne oldu?
İlhan Selçuk'un dediği gibi durumun vahim olduğunu biliyorduk, ama bu kadar vahim olduğunu bilmiyorduk.
Safları sıkılaştırdık.

ABD ne buyurdu 5 Kasım'da?
Muhalif kimse kalmasın.Ve öyle olması için ellerinden geleni yaptılar.
Perinçek seçimlere girerken "Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye" diye haykırdı, Avrupa'ya gidip Ermeni Soykırımı Yalanını Belgeleriyle suratlarının ortasına çarpmıştı.
Aydınlık dergisi ise gerçekleri tüm ayrıntıları ve belgeleriyle yayınlıyordu.
Ve ABD ne dedi?
Perinçek ortada olmasın.

Artık kılıçlar kınından çıktı ve bekleniyor.
Yargıya, hukuka, Türkiye Cumhuriyeti'ne inanan insanlar bekliyor.
FKTKnın, Şayyil Tayyar'ın sobelemeleriyle ülkedeki gelişmelerden haberdar oluyoruz, ama bekliyoruz.
Ertuğrul Günay kıvırdı, "valla billa demedim",
Çalışma Bakanı kıvırdı "ben onları kast etmedim",
Şimdi de başbakan "ortamı germek isteyenler olabilir" diyor.

Kim onlar acaba?
Acaba ortamı gerip ülkeyi kendi bireysel çıkarları için zayıf gösteren bu kişiler, bu olaylar başladığından beri Doğu Anadolu'da çıkan olaylardan haberdarlar mı?


Bu topraklar geçmişte de çok savaşlar gördü, alt edemeyenlerin yaptıkları entrikaları da...
Gök Tanrı'ya şükürler olsun ki, artık Saltanat'la idare edilmiyoruz, yargıya ve hukuka güvenme şansımız var.
Hukuk var ve işleyecek.
En tepedekinden en alttakine herkes de hukuka güvenip bekleyecek.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
Bakalım bir türlü doğumla sonuçlanamayan bu sancılar, aslında neye gebe?

Özgür Pınar Işık





(*Ergenekon destanı, Göktürkler'in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır.
Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası'nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.)


Okuyucuya Notlar:

-Türkler'in en iyi ihrac malı olan ordusudur. Buna yakın gelecekte tekrar şahit olacağız. Ergenekon Soruşturmasının hedefinde TSK nın olduğu söylentileri geliyor kulaklarımıza.
İçine tarikat bağlantılarının sızdığı bir ordudan kimseye hayır gelmez.Ne onlara ne bize!

-Bazı arkadaşlar Tuzla'da suya düşüp ölen ve bir gün suda kalan bir genci kullanarak,Atatürk Devrimleri'ni de o sığ sularda boğmaya çalışıyorlar.
Haklı oldukları bir konu var.Eğer henüz gencecik bu çocuklar, Bülent Ecevit okudukların söylemelerine rağmen, Atatürk Devrimleri'ni benimseyememişlerse, (Akıl yapısının sağlıksız çalışmasını olasılık dışı bırakarak söylüyorum), bu vahim durumda, onların olduğu kadar hepimizin de suçu var demektir.
Öyleyse Yakın Türk Tarihi ve Atatürk Devrimleri hakkında da yazmak gerekir diye düşünüyorum.
Gerçek kitaplardan, isimler ve referanslarla.
Çok yakında.
Bekleyin.

Geliyor Değil, Geldi. Kapıdan da İçeri Girdi!

Bu durum fazla sürmez söylüyorum...

Pazarda, manavda, çarşıda fiyatlar almış başını gidiyor...

Yetmiyor sokak ışıklarının elektrik faturası da halka kesiliyor.

İki haftadır Cuma günleri olaysız geçmiyor...

O çok güvenilir ve sürekli borsa bizim dönemimizde yükseldi dedikleri;

Borsa haftaya kayıplarla başlıyor

Borsa hiç iyi sinyaller vermiyor.

Bugün de yine bir kara(pazartesi) gün hatta ve hatta kara hafta yaşacağımız aşikâr...

Burada rakamlar verip kafa şişirmek istemiyorum.

Gayri safi milli hâsılayı yüksek göstermek için nüfusumuzu açıkça eksik gösterdikleri ortada,

Alabildiğine zamlar geldi, geliyor, gelecek...

Dünya 1929 buhranına doğru hızla sürükleniyor...

Bütün dünya devletleri ekonomik önemler alıyor...

Bizde hala pembe tablolar çizilmeye çalışıyor...

Cebime baktığımda 5 kuruşum bile yok, evimde iki işsiz var, çevremde de ona keza işsiz dolu,

İzmirli Stkların oluşturduğu, Güç Birliği Çalışma Grubu; 30 Martta Gündoğdu da "İşsizlik Mitingi" yapacaklarmış, demek ki toplumda işsizlik büyük bir sorun olmaya başladı ki sivil insanların seslerini duyuran bu stklarda da işsizlik için miting yapıyorlar...

Gerçekten merak ediyorum bu ekonomi nasıl iyi, hayret ediyorum hayret!...

Hayır, Bu ekonomi başkalarına uğruyor da bize mi uğramıyor dediğim anda;

Bazen Cnbc-e'deki bütün gün süren ekonomi programlarını izliyorum, ekonomistlerimizin yazılarını okuyorum ve birçok ekonomistimizin durumuzu batan gemiye veya düşen uçağa benzetip;

"Herkes nasıl uçak düşerken veya gemi batarken kendince önlem alması gerekiyorsa artık devlette dâhil herkes kendi önlemini alsın" diyorlar.

Bunu ben demiyorum. Ekonomistlerimiz diyor durum bu kadar ciddi...

"Kriz geliyor değil, geldi. Hatta kapıdan içeri girdi" sözlerini birçok ekonomistten artık duyar hale geldim.

Merkez Bankası başkanı; Dursun Yılmaz bile bu gidişin iyi olmadığını söylüyor

Gidiş iyi değil, her açıdan Türkiye tam bir keşmekeşin içine sürükleniyor

Diyorum;

Bu ekonomik kriz son zamanlarda alıştığımız bir gece sabaha karşı gelebilir...

Belki yarın sabah kalktığımızda ekonomik krizle karşılaşacağız...

Belki de yarından da yakın...

Bilgin Türk

23 Mart 2008 Pazar

İlhan Selçuk: Asıl Suçluyu Gösteren Adam...


"İlhan Selçuk kimdir ve kaç yaşındadır?" soruları ile aynı soru tarzının bir uyarlaması olan "Necmettin Erbakan kimdir ve kaç yaşındadır?" sorularının cevapları arasında önemli ayrıntılar gizlidir. Peki Sayın Başbakanımızın bu fotoğraftaki işi ne? Cevap basit. Ondan bahsetmesek olmaz da ondan. Ama biz önce sorduğumuz soruları cevaplayalım.

İlhan Selçuk kimdir ve kaç yaşındadır?

Öyle çok uzun cevaplar vermeyeceğim, değerli okuyucular. İlhan Selçuk Cumhuriyet Gazetesi'nin imtiyaz sahibi ve baş yazarıdır. AKP İktidarı'na ve o yolda yürüyen herkese olan dik ve muhalif görüşleriyle tanınır. Kapısında iki resmi koruma ile yaşayan İlhan Selçuk, 1925 Aydın doğumludur. Bir yığın yıl işkence görmüş, hayatı gözaltılar içinde geçmiş, Türkiye'nin aydınlık yüzüdür.

Necmettin Erbakan kimdir ve kaç yaşındadır?

Bir dönem başbakanlık yapmış, şu anki Başbakanımızın siyasette yer almasında önemli bir paya sahip olmuş, sonraları yine Başbakanımız tarafından radikal dinci olmakla suçlanmış, bazı iddialardan yargıca suçlu sayılmış, bu suçu yaşından dolayı evinde çekmesi için kişiye özel düzenlemeler yapılmış, 1926 yılında Sinop'ta doğmuş bir siyasetçidir.

Aslında İlhan Selçuk ve Necmettin Erbakan arasındaki fark hemen göze çarpıyor. Ama ben yine de (gururla) yazacağım.
  • Öncelikle İlhan Selçuk, Mecmettin Erbakan'dan 1 yaş da olsa büyüktür.
  • İkincisi şu anda her ikisi de Tayyip Erdoğan'a muhalifken, öncesinde Necmettin Erbakan Tayyip Erdoğan'ın savunucu konumundadır.
  • Tayyip Erdoğan cephesinden bakacak olursak, Sayın Başbakanımız İlhan Selçuk gibi yazarlardan hiç hazetmemiş; fakat bir dönem, şu an sevmediği hocasının sempatizanlığını yapmıştır.
  • En önemli fark (birinin Kemalist, birinin Hümeynist olması dışında), Necmettin Erbakan'a yaşından dolayı cezasını evinde çekmesi için hukuksal düzenlemeler yapılmışken, İlhan Selçuk evinden apar topar, koruması da olmasına rağmen, gecenin 4'ünde emniyete alınmıştır.
Ergenekon Çetesi denen çete nasıl bir çetedir biz bunu hala çözemedik. İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Kemal Alemdaroğlu'nun, iktidara muhalif oldukları apaçık belli. Ergenekon çetesi denilen şey, muhaliflerden oluşuyorsa sanırım ben de Ergenekon Çetesi'ndenim. İlginç...

Çeteler, diktatörlerin başkanlığında yürür. Kimin diktatör olduğu da, emin olun ki her zaman için bellidir. Diktatörlük gizli yapılamaz. Kısacası tüm iktidarlar çete oluşumlarından haberdarlardır.

Bu yazıyı okuyan değerli okuyucular, dün gece Belediyeler Yasası'nın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ce onaylandığından haberdar mısınız? Tam da İlhan Selçuk Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilmişken. Tabi sonuç ne oldu, beklendiği gibi tutuksuz yargılama.

Dönelim Ergenekon'a, 301. maddeye karşı olanlarla, bu maddeye karşı muhalif olanlar çete kurmuş da haberimiz yok. Cumhuriyet Gazetesi'ni bombalayanlarla, o gazetede baş yazarlık yapanlar aynı çetedeymiş de haberimiz yok.

Ergenekon, türbanın yeni bir versiyonu mu? Ya çözün şu olayı ya da işinizi doğru dürüst yapın.

Son söz; İlhan Selçuk, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde aslında her gün birçok kişinin yaptıklarını açıkça gözler önüne seriyor; ama bu süreç bir başka oldu be...

Gökhan DAĞ

Yazı Hakkındaki Yorumunuzu Bırakın

© Blogger Templates | Tech Blog