Trabzon'da rahip Santoro'nun İstanbul'da Hırant Dink'in... Son olarak da Malatya'da üç kişinin katlinin öncesi ve sonrasında yaşananlara bakıyoruz. Cinayetler aralarına adeta karbon kâğıdı konmuşçasına benzeşiyor... Sanıklar polisin yakından tanıdığı, hatta takip altında tuttuğu isimler... Hrant Dink'in katillerinin hedefinde kimin olduğunu Trabzon polisi de biliyor. Ama önlem almıyor veya alamıyor. İstanbul polisine ihbar yapılıyor. İstanbul polisi de cinayete seyirci kalıyor.
Malatya katliamının önceki günkü duruşmasında tutuklu sanıklardan Hamit Çeker, olayın bir numaralı sanığı Emre Günaydın'ın Malatya Emniyet Müdürü ile oturup kalktığını duyduğunu anlatıyor...
Bütün bu olaylarda polisin kâh büyük bir zaaf... Kâh soruşturmayı saptırmak, delilleri bozmak, karartmak gibi bir tutum içine girdiği görülüyor.
İlginçtir... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Hrant Dink'in öldürülmesinde ihmali bulundukları gerekçesiyle bazı polis şefleri hakkında soruşturma yürütülmesini talep etti. Trabzon Valiliği buna izin vermedi.
Polis isterse en karmaşık olayları şıp diye çözerken, Trabzon ve Malatya soruşturmaları neden çıkmazdan çıkmaza giriyor? Belli ki polisin içinde diğer devlet kuruluşlarına da uzanan güçlü bir illegal örgütlenme var. Hükümet bu örgütlenmeye karşı seyirciliğin ötesinde ne yapıyor? Olaylarda iki savcı ve iki TSK mensubunun adları geçiyor. Adalet Bakanlığı ve TSK ayrıca soruşturma yapıyor mu? Yoksa bu ülkede hukuk tamamen sıfırlandı mı?
Merkez Bankası'nın taşınma gerekçesi "İstanbul'un finans merkezi olması"ymış. Bu mantığa göre TBMM'nin de en çok seçmen vatandaşın yaşadığı İstanbul'a taşınması gerekmez mi?
Haldun Ertem
Ankara'dan İstanbul'a illa bir kurum gidecekse, Ankara Büyükşehir Belediyesi gitsin...
Ankaralı - Gülhan Elmas
Cumhuriyetin Bizans'ı sistematik tahribiyle ilgili örnekler işte bu kadar!
Biz ise Atatürk ve cumhuriyetin Bizans, Roma, Hitit dahil tüm eski uygarlıkları nasıl ihya ettiğine sayısız örnek vermiştik... Belge'nin belgesi yok ama tafrası bol, şöyle demiş:
"...bilgileri Melih Aşık düzeyinde birilerini ister Bizans tarihinden, isterse yakın tarihten birkaç kere okuturum..."
Hoca kuşkusuz çok yetenekli biri... Yoksa öyle her önüne gelen eski solcuyu devşirip cumhuriyeti yıkım ekibine dahil etmezler...
Son kitabı Muinar'da türbanı işleyen değerli yazar Latife Tekin, Erdoğan'ın sözlerinden bir gün önce, Hürriyet'te Ayşe Arman'ın sorularını yanıtlarken işte bunu, türbanın anlamını tartışıyordu...
- Başı kıymetli tabii insanın, beyni var, hassas bir organ, orayı korumak ihtiyacı hissedebilirsin, o nedenle de bir şeyler sarabilirsin kafana. Ama burada tuhaf olan, bütün bu insanların hep aynı biçimde sarıyor olması. Ben kafayı buna takıyorum.
- Ama "Ben kendi isteğimle örtündüm!" diyen bir sürü kadın var.
- Benim de kendi isteğiyle örtündüğünü söyleyen dostlarım var. Onlarla aramızdaki tartışma şu: İyi tamam, örtünmek istediniz, böyle bir ihtiyaç hissettiniz, o zaman başınıza bir şey atarsınız ama bu yaptığınız şeyin bir formu ve biçimi var. Bu, tasarlanmış bir şey. Eğer inancınız doğrultusunda, Allah'a kendinizi daha yakın hissetmek ya da sevdirmek için yaptığınız bir şeyse, bunun bir ortak biçimi olamaz.
Latife Tekin, Anadolu kadınının örtüsünün tülbent olduğunu, bununla gözyaşını sildiğini, çocuğunu örttüğünü, yoğurt süzdüğünü anlatıyor ve soruyor:
- Türbanla yoğurt süzebilir misin?
Ve sözü şöyle bağlıyor:
- Türban kadınlar için bir özgürleşme aracı, diyenler var. Ben katılmıyorum. Türbanı tek başına konuştuğumuz zaman doğru olabilir ama büyük fotoğrafa baktığımızda, iktidarda olan partinin bayraklaştırdığı bir simge. Hiç de masum değil.
DHA'nın haberine göre, bizim büyükelçiliğin şikâyeti üzerine Cafe Milano Kerem'in işine son vermiş. Haberi yalanlayan yok. Hesap devlete ödetilmiş işte. Suç bunu açıklamakta! Ne adalet?
Melih Aşık - 16.01.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder