Yeni Sitemizde Yayındayız

Politika Dergisi Sayı 15

href="http://www.politikadergisi.com/sites/default/files/PD15.zip">Politika Dergisi Sayı 15'i İndirmek İçin Tıklayın.

 

13 Şubat 2008 Çarşamba

Eğitim Sistemimiz'e Nostaljik Bir Bakış

Bu yıl üniversiteyi bitiriyorum. Geriye dönüp baktığımda 22 yıllık hayatımın 16 yılı okullarda dirsek çürütmekle geçmiş. Bu dönem, kuvvetle muhtemel, iş hayatına atılmadan önceki son dönemim olacağı için biraz nostalji yapıp kendi okul hayatıma göz atmak istiyorum. Oradan da Türkiye'mizin eğitim politikalarından ve genel sisteminden konuşmak istiyorum.

Eğitim-öğretim hayatımın ilk günü bir çok kişinin de hatırlayacağı gibi daha dünmüş gibi aklımda. O ilk heyecan, tebeşir kokusu, kağıt kokusu... Koşuşturan bir sürü mavi önlüklü, beyaz yakalıklı çocuk... Ne hoştu, ilk gün; ilk heyecan. "Büyünce ne olacaksın" sorusuna bir sürü farklı cevap vermiştim. Zaman geçtikçe insanın fikri de değişiyor; kimi zaman polis olmak istedim, kimi zaman doktor, avukat, matematik öğretmeni...

İlkokulum birleştirilmiş sınıftı; 1 öğretmenimiz- yani müdür, müdür muavini, öğretmen aynı kişi-, 5 sınıfımız yaklaşık 30 kişilik öğrencimiz vardı. Devletimiz herhalde taşmalı sistemi, 8 yıllık zorunlu eğitimi, seviye tespit sınavları, zorunlu ingilizce gibi şık (!) yenilikleri daha hayata geçirmemişti. Hiç iyi bir şey yoktu. Yenilik yoktu. Diğer okullarla koordinasyon yoktu. Bu sonsuz izolasyon ortamında ilkokulu okudum. Ben batının en batısında İzmir- Bergama'nın deniz kenarındaki ufak bir kenar mahallesindeydim. Siverek'te, Adilcevaz'da, Erciş'te ya da Eruh'ta değildik. Okulun eşya eksiklikleri vs. zaten bahsetmeden geçiyorum ama devletin eli ve politikaları bize ulaşmıyordu. O kadarki ilkokul sonrası Anadolu Liseleri sınavlarından falan da habersizdim. Trajik ama gerçek: tamamıyla cehalet.

Neyse temel eğitimimizi aldık, ortaokul başlıyacağız; devletin 8 yıllık eğitimi çıktı. Ama bize faydası dokunmadı. Devlet adamları o tarihe kadar düşünemediler düşünemediler de, milenyuma 3 kala yaptılar yapacaklarını. Çoğu arkadaşımız okuyamadı. Neyse gülüş ahenk kasabadaki ortaokul bitti. Bize sunulan tek imkan, alabildiğimiz tek haberle, çok şükür ki bu sefer lise sınavlarından haberdar olduk. Girdik; Anadolu Lisesini kazandık. Devletten aldığımız tüm destek 22 lira burstu. Okul her türlü imkandan yoksun bir okuldu.

Anadolu Lisesine gittiğimde yöneticilerin vizyonu çok farklıydı. Sıradan okullara göre okulumuz da çok farklıydı. Devlet okulu olmasına rağmen bir çok düz liseden ve ilçe içerisindeki bir çok meslek okulundan ileriydik. Hoş meslek okulları lise sınavlarında başarı gösteremeyenler, amiyane tabirle "kafası çalışmayanlar, okumaya eğilimi olmayanlar" için bir istetmeydi. Oraya gidenler sigaraya başlarlar, hesaptan anlamazlar -matematik bilmezler-, olsa olsa ya tornacı ya marangoz ya da iyi ihtimalle elektrikçi olurlardı. Oysa biz öyle miydik; bizden avukatlar, mühendisler, doktorlar, öğretmenler çıkacaktı. Maaş kallaviydi. Eğitimin hakkını verecektik. Halbuki ne kadar yanlış düşünmüşüz; arabamız bozulduğunda gideceğimiz tamirciye, günlük abur cuburumuzu alacağımız büfeciye, milletin efendisi olacak çiftçilere, teknikerlere, sekreterlere, şoförlere nice başka mesleğe daha ihtiyacımız vardı millet olarak. Ama herkes gibi biz de bunun farkında değildik, empoze edileni yaşıyorduk. Hedeflerimizi ona göre koyuyorduk.

Halbuki toplumun ve devletin ortaya çıkışı Mezapotamya'da İ.Ö. 5000 den başlayarak ufak yerlerde iş paylaşımı yapılmasıyla ortaya çıktı. Herkes elinden gelen katkıyı yaparak toplumun genel yararına hizmet edecekti. Yani devleti, milleti, toplumu hep iş paylaşımına borçluyuz. Terzisi dikmeden, çiftçisi üretmeden, tüccarı ticaret yapmadan ve diğer meslek erbabı katılmadan toplumlaşılamazdı. Biz devlet olarak bunu unuttuk. Biz millet olarak da bunu unuttuk. E tabi sevgili büyüklerimizin özlü sözlerinden ilham alıyorduk. "Her mahalleden 1 milyoner çıkacak"tı, "bizim memurumuz işini bilir"di; "Devlet malı deniz, yemeyen keriz"di. Devletin desteğiyle hortumlanan bankalar, onlarca yolsuzluk, artan sosyal eşitsizlik; insanlarda onlar yaparsa ben neden yapmayayım dedirtti. Kolay yoldan köşe dönme gibi cazip bir fikir aklımıza kazındı. E tabi onlar da o mekanlara geldiklerinde yaptılar yapacaklarını.

Darbelerin yerle bir ettiği sistem toplum yararını bir kenara itip, göstermelik vatanseverliği; gerçek dindarlığı kenara itip, göstermeci dinciliği; erdemli bireyler yetiştirme kaygısını kenara itilip, çarpık düzenden rant sağlayabilecek bireyler oluşturulmasını özendirdi. Artık herkes kendine en iyi olanı, en iyi olacağını düşündüklerini; ki bunlar en yüksek ücretli olanlarıydı, tercih etme yarışındaydı. Arz patladı, o kadar talep yoktu. Ayrıca yetersiz ödenekten dolayı okullar bırakın modern dünyadaki rakipleriyle mücadele etmeyi sağlıklı eğitimin verilebileceği standartların dahi çok altındaydılar. Ama asıl önemli olan okulun sıvası, sıranın boyasından çok öğrencinin gelecek planıydı. Plan yoktu, çoğu kişide gelecek için umut da yoktu. Gelecek planları için yönlendirme yetersizdi. Rotary klüpleri falan geldi bizim okula, konuştular, gittiler; ama tesiri tartışılır. Diğer komşu okullarda bu tür yönlendirmeler dahi yoktu. Tüm herşey bize kalmıştı. Devlet gelecek için hangi sektöre ne kadar insan lazım olabileceğini bilebilir, belirleyebilirdi. Ama yapmadı. Kadrosuz öğretmenler, doktorlar vs. bir yanda; diğer yanda ise kaliteli öğretmen, doktor açıkları vardı. Yani sistem çokluk içinde yokluk çekiyordu.

En nihayetinde 18 yaşında bir gencin başından geçen ve geçebilecek en kötü şeyle yüzleştim: ÖSS. Benim durumum iyiydi. Ama ya geri kalanlar? Sistem kaybedene üzülmekten başka bir şey yapmıyordu. Bunlarda timsah gözyaşlarından halliceydi sadece. Onca hayat; durmaksızın koşulan bu maratonda, bu azgın at yarışında yıprandı gitti. Sırtımızdaki ailemizin, okulumuzun, kısacası toplumun kamçısıydı. Bazen de kendi kendimizin. Herkesin umudu gururu bizde idi. Ne garip? Kaybetseydim, sadece bir yıl kaybetmiş olmayacaktım; herşeyi kaybedecektim. Bu kadar maddi ve manevi baskının yaratacağı/yarattığı stres malumunuz. İstediğim üniversitenin istediğim bölümüne girmiştim. Puanım iyiydi; gelecek planlarımda . Fakat daha sonra kafamın içindekilerin aslında o kadar da net olmadığını gördüm.

Şimdi 4+1 yıllık eğitim-öğretim hayatımın sonunda kafam hala boş. Bana iyi bir yaşam sağlayacak tüm imkanları gözden geçirmekten, her yere yetişmeye çabalamak zorunluluğundan bıktım. Bazen seçenek sayısının fazla olması kolaylıktan çok zorluk yaratıyor. Görünüşe göre hayatımın 5 yılı daha iş hayatının türbülanslarıyla geçecek. Keşke kararımı daha önceden verebilseydim.

Eğitim sistemi muhakkak düzeltilmeli; sektörlerin ihtiyaçlarına göre en değerli kaynak olan insan istihdam edilmeli. İnsanlar eski beklentilerinden zaten vazgeçtiler. Artık sigortalı bir işleri olsun, askeri ücretten biraz daha fazla alsınlar yeter. Ama çarpık eğitimden kaynaklanan bilgi eksikliği, sektörlerin ihtiyacı olan kalifiye elemanı sağlanmasını imkansızlaştırıyor. Bu yüzden bir yanda açık kadrolar, bir yanda da yarım yamalak eğitimli işsiz gençler.

Bu sistem 10 yıl içinde yoluna konulmazsa, Avrupa'nın yaşlanan nüfusuna alternatif olarak sunulan genç nüfusumuz işsizler ordusundan müteşekkil bir güruh olarak kalacak. Bu da tüm diğer sistemlerimizdeki bozunmayı perçinleyecek.

Devlet artık yapması gerekeni yapmalı; çağının gereklerini karşılayacak eğitim öğrenim sistemini kurmalı, aydın öğretmenler istisdam etmeli, şartları medenileştirmelidir. Bütçede askeriyeye, sağlığa, ticarete vs. ayrılan paylar bugünü etkiler; ama eğitime yapılan yatırımlar yarınlarımızı etkiler. Tüm meslek grupları için gerekli bilgi donanımını sağlayacak ve ilgi alanında yapabileceğinin en iyisini yaparken, bu derece geçim ve gelecek kaygısı olmadan, yopluma katkı sağlayabileceği bir sistem oluşturulmalı. Ancak o zaman bu çarpıklıklardan kurtuluruz.

Ne olursa olsun umudumuzu kaybetmeyelim; umut yitip gittiğinde herşey gider.
(Umarım bir çok üniversitelinin başından geçen bu serüveni, dilimin döndüğünce doğru anlatabilmişimdir)

Saygılarımla,

Not: Normalde savlarımı destek ve afaki iddeadan uzak kalmak için alıntı yapar, veri kullanırım. İki seferdir tembelliğime geldi. Bir dahaki sefere düşüncelerimi genel kabul görmüş gerçeklerle desteklerim.

Mücahit Önder

Hiç yorum yok:

Yazı Hakkındaki Yorumunuzu Bırakın

© Blogger Templates | Tech Blog