Yeni Sitemizde Yayındayız

Politika Dergisi Sayı 15

href="http://www.politikadergisi.com/sites/default/files/PD15.zip">Politika Dergisi Sayı 15'i İndirmek İçin Tıklayın.

 

17 Şubat 2008 Pazar

Kosova ve Kıbrıs: Çözümsüz Sorunlar

Kosova ve Kıbrıs dünyanın bir türlü çözemediği sorun yumakları. İkisi de de facto olarak bağımsız. Bugün Kosovo resmen bağımısızlığını ilan edecek. Tıpkı KKTC'nin 15 Kasım 1983'te yaptığı gibi. Bugünki yazımı bu konuya ayırmayı doğru buldum.

İki olayda bariz benzerlikler var. Bu yüzden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Kosova'nın yapacağı bağımsızlık ilanını tanımaya meyilli görünen Avrupalılara KKTC'yi örnek göstererek yaptığı çifte standart eleştiri haksız değil. Ama şunu da unutmamak lazım: Putin "onu tanırsanız diğerini de tanıyın" demiyor; "ikisini de tanımayın" diyor. Örnek olarak da kendilerini gösteriyor.

Putin bunları söylerken aslında çok uluslu devletlerin genel kaygısını da yansıtıyor bir anlamda. Büyük devletlerin olaya bakış açısı küçük ve orta boy devletlere, ya da dünya egemenliği konusunda iddeası bulunmayıp da daha çok bölgesel çapta güç olma hedefinde olan devletlere, göre çok farklı. Büyük devletlere göre olay kendi kaderini tayinden ziyade ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesi. Bu sayede isteyen alt grup ya da azınlık grubu bazı durumları bahane ederek devletten ayrılabilir; devletler bölünme ile karşı karşıya kalabilirler.

Rusya'nın bu olaya tepkisi de kendine yönelik güvensizliğinden kaynaklanıyor. Her ne kadar bugünlerde herhangi bir olay olmuyor gibi görülse de; SSCB'nin dağılmasının akabinde Çeçenler Ruslarla biri 1994-1996, ikincisi de 1999-2003 olmak üzere 2 defa savaştılar. Ruslara karşı bir çok silahlı eylem düzenlendi. (Ekim/Kasım 2002 Tiyatro Baskını ve Eylül 2004 İnguşetya okul baskını gibi) Ruslar işte bu gibi grupların da aynı yolu takibinden korkuyor. Sadece Çeçenler değil, Tatarlar ve diğer Türk-Müslüman kökenli slav olmayan kesimlerden de kaynaklanan bir korku bu. [Bu arada Çeçenistan'ın 1860'larda Rus orduları tarafından ele geçirilmeden önce bağımsız olduğunu unutmayalım]

Rusya'nın yanı sıra doğal müttefiki ve olaya bilfiil taraf olan Sırplar da bu işe karşı. Tıpkı Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan'ın KKTC meselesinde olduğu gibi. Bu meselelerin bu kadar karmaşık olması uluslararası toplumun olaya olumsuz katkısından kaynaklanıyor. Yapılan antlaşmalarve anayasalardaki düzenlemeler yaratılan bu durum hem Kıbrıs'ta hem de Kosova'da silahlı çatışmaya ve uzun süreli çatışmalara sebep oldu.

İsterseniz önce Kıbrıs'a bakalım. Kıbrıs 1878'de Büyük Britanya tarafından Osmanlı Devleti'nden
100 yıllığına kiralandı. Adada tüm Ege Adaları ve Osmalı hakimiyetindeki adalarda olduğu gibi Rum nüfus fazlaydı. Ada 1. Dünya Savaşı sırasında İngiltere tarafından de facto olarak ilhak edildi. Misak-ı Milli dışında kalan ada 1950'lerin ortalarına kadar Türkiye tarafından ele alınmadı. 1950'lerde adayı Yunanistan'a bağlamayı planlayan Rum hareketine karşı İngiltere Türklere dayandı. Böylece hem dengeleyici bir unsur bulmuş oluyor hem de Rumlar tarafından öldürülen İngiliz memurlarını Türklerle değiştirerek büyük bir sorundan kurtuluyordu. En nihayetinde 3 devlet [Türkiye adanın eski sahibi -kira antlaşması gereği hukuki olarak da sahibi- ve Türk halkının temsilcisi, Yunanistan baskın nüfus olan Rumların temsilcisi (3:1) ve İngiltere adanın hali hazırda sahibi olarak] öncülüğünde antlaşmalar imzaladılar. 1959 ve 60 da imzalana bu üç antlaşma Garanti, İttifak ve Kuruluş antlaşmalarıdır. Burda Türk tezine uygun olarak iki toplum da eşit görülüyor; hakları eşit kabul ediliyordu. Fakat Rumlarında istekleri olsun diye nüfus çoğunluğunun da gözetildiği durumlar vardı. Mesela Türk olan memur asli görevde değil de yardımcı görevindeydi: müdür muavini, Cumhurbaşkan Yardımcısı vs. İşe almalarda, dış temsilciliklerde, mali meselelerde çok hassas oranlar vardı. Çok fazla detay işleri yürümez kıldı. Ayriyetten karşılıklı veto hakları da buna büyük katkı yapmıştır. Kıbrıs Türk kesimi hem eşit toplumlardan biri hem de alt grup olarak görülmüştü. Bu yüzden antlaşma ve devlet yürümedi. Geri kalan hikaye malumunuz: Kanlı Noel, Kantonlar, zorunlu göç, katliamlar, Türkiye'nin Müdahalesi, Kıbrıs Türk Federe Devleti ve KKTC.

Aynı hata 2. Dünya Savaşı sonrası Yugoslavya'da da yapıldı. Bu devleti kendi yöneticilik maharetiyle yaklaşık yirmi yıl ayakta tutan Tito (1963-1980) kurduğu devletin adından da anlaşılacağı gibi federatif bir Slav devleti kurmuştu. Bu devlette hepsi Slav kökenli olmak üzere 6 kurucu devlet vardı: Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya. Bunların haricinde de bu 2 tamamen özerk bölge nüfuslarında büyük miktarda slav olmayan nüfus barındırmalarına rağmen dahil edildi. Kurucu bölge olarak isimlendirilen bu ikisi anayasal oylamalarda, başkanlık seçimlerinde ve diğer tüm önemli mevzularda diğer altısı ile eşitti ve 1 oy hakkına sahipti. Bu bölgeler Kosova [%90 Arnavut, %7 Sırp, %3 diğer] ve Vojvodina [%40 Macar, %50 Sırp, %10 diğer] idi. Her ne kadar bu bölgelerin halkı oylamada eşit statüdeyse de yönetim olarak Sırbistan'a bağlıydılar ve Arnavutlar ile Macarlar slav kökenli olmadıklarından bulundukları bölgede oranları ne olursa olsun azınlık hakları vardı. Asli unsur olarak kabul edilmediler. Hem oylamada eşittiler hem de Sırbistan'a bağlıydılar. Aynı senaryo tekrar etti. Kıbrısta olduğu gibi hem eşit hem alt unsur olunamayacağı tekrar ortaya çıktı.

1990larda başa geçen Miloşeviç Kosova'da kışkırıtıcı konuşmalar yaptı. Bölgede tehlike yaratacak çoğunluktaki Arnavutların dizginlenmesi için özerkliklerinı kaldırdı ya da çok sulandırdı. Yugoslav iç savaşı ve diğer devletlerin federasyondan teker teker ayrılması Yugoslavya'yı dağılma sürecine soktu. Kosova ve Bosna'da yürütülen katliam ve insanlık dramı, Rusya'nın protestosuna rağmen, Nato kuvvetlerinin olaya müdahalesiyle durdu. 1999 dan bu yana BM geçici yönetimine verilen Kosovo nihayet bağımsızlığını ilan etti.

Artık mesele diğer devletlerin kendilerini tanıyıp tanımamaları değil bence. Bu meseleyi önemsemekle birlikte, asıl meselenin idame-i hayat olduğunu düşünüyorum. Eğer Kosova tek başına ayakta durabiliyorsa o zaman sorun yok.

Eğer Kosovo tanınırsa KKTC de tanınmalı. Onun da antlaşmalarda taraf olarak çağırılan Rum partneri ile eşit statü de olması lazım. Yoksa Annan Planı Referandumunda gördüğümüz gibi, uzlaşmadan kaçan taraf diğeri olur ve sürdürülebilir barış için seçenek kalmaz. Yoksa Kıbrıslı Türkleri yapılan onca katliamı, korkutmayı, köylerini terketmeleri için yapılan baskıları, Yorgacis'in Akritas Planını ve en nihayetinde Kanlı Noel'i görmezden gelerek "devleti yıkan ayrılıkçılar" olarak görmenin; çözüm için 1960'ta antlaşmalarda da öngörülen (ve 3 devlet ve 2 toplumun temsilcilerinin kabul ve imzası ile yürürlüğe giren Kuruluş, Garanti, İttifak Antlaşmaları) iki devletli/iki toplumlu çözüm önerisini baskın Rum nüfusunu (3:1) sözde "azınlıklara" karşı ezdirmek olarak lanse edenlerin göstermelik çabaları hiçbir sonuca götüremez bizi.

Bu arada bunun ülkemizdeki ayrılıkçı unsurlar için örnek teşkil edebileceğini ifade edenler de olaylara daha yakından ve dikkatle bakmalı. 1959-60 Antlaşmalarıyla Kıbrıs'a ne verildi, Tito döneminde Kosova'nın temsili nasıldı, bu bölgelerin otonomluk durumları ne kadardı bunlar çok iyi incelenmeli. Türkiye'de Kürtler azınlık değildir. Eğer bu derece derine inmek ve bölmek amacı güdersek; sağcı-solcu, türbanlı-türbansız, laik-anti laik, Kürt-Türk ayrımlarının yanısıra; siyah saçlı- Sarı saçlı, bıyıklı-bıyıksız, gözlüklü-gözlüksüz gibi yüzeysel ayrımlara da çok rahat gidebiliriz. Unutmaylım ki "bölündükçe küçülürüz"!!!

Önemli olan insan olmak; ülkemizi, devletimizi, insanları sevmektir. Amaç bu devlet için, toplum için iyi bir şeyler yapmaktır, ya da öyle olmalı.

Biz bu vatanı sevdik; fakir de olsak fukara da olsak. Devlet bizi görmese de, varlığımızı bilmese de. Çalmadık; çırpmadık. Devlete, polise, askere sövmedik; laf etmedik. Bayrağı yakmadık, Atatürk'ün heykelini taşlamadık.

Saygılarımla,

Mücahit Önder

Hiç yorum yok:

Yazı Hakkındaki Yorumunuzu Bırakın

© Blogger Templates | Tech Blog