Yeni Sitemizde Yayındayız

Politika Dergisi Sayı 15

href="http://www.politikadergisi.com/sites/default/files/PD15.zip">Politika Dergisi Sayı 15'i İndirmek İçin Tıklayın.

 

28 Şubat 2008 Perşembe

Komşuda Seçimler: Sorunlar Çözülecek mi Acaba?

Geçtiğimiz hafta komşulardaki seçimler yüzünden bayağı sıcak geçti. Her ne kadar türban ve Irak'a düzenlenen operasyonların gölgesinde kalsalar da seçimlerin iyi çözümlenmesi ve gerekli siyasaların oluşumunda bunların göz önünde tutulması 5 yıl boyunca Türkiye'nin bu devletlerle ilişkilerini doğrudan etkileyeceği için önemlidir. Öncelikle Ermenistan'a kısa bir bakış attıktan sonra Kıbrıs'a dönmek istiyorum.

Ermenistan'da Seçimin Galibi Serzh Sarkisyan
Ermenistan'da seçimler mevcut politikaların büyük ölçüde devamı niteliğinde yorumlanabilecek bir şekilde sonuçlandı. Karabağ kökenli Sarkisyan en büyük rakibi liberal Ter-Petrosian karşısında % 52.8 'lik bir sonuç aldı. Hile iddealarının karıştığı seçimde Ter-Petrosian % 21.5 'te kaldı. Muhalefetin protesto gösterileri yapmasına rağmen pek sonuç çıkacağa benzemiyor.

Seçimler hakkında yazan sitelerde Sarkisyan'ın Karabağ kökenli olması, şu an ülke yönetiminde hakim durumda olan ve Karabağ'ın işgalini destekleme yanlısı ekolün temsilcisi olduğu verilen bilgiler arasında. Ayrıca Sarkisyan Karabağ Savaşı'nda bizzatihi komutanlık yapmış ve Karabağ'daki fiili durumun yaratılmasına sebep olanlardan biri. Ülke yönetiminde Savunma Bakanlığı dahil olmak üzere bir çok görevde bulunan Sarkisyan, daha ılımlı ve Türklerle (Azeri ve Türkiye Türkleri) ilişkilerin düzeltilmesi yolunda daha yapıcı bir politikacı olan 1. Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosian'ın aksine pek çözüm yanlısı bir politikacı gibi görünmüyor. Umarım tarih bizi şaşırtır.

Güney Kıbrıs'ta Hristofyas İpi Göğüsledi

Bir hafta önceki 1. tur seçimlerde sürpriz bir şekilde elenen mevcut başkan Papadopulos'un da desteğini alan AKEL Genel Sekreteri ve Rum Meclis Başkanı Hristofyas, kilise ve AB'nin desteklediği rakibi Kasulides'e karşı % 53.5 oyla cumhurbaşkanı seçildi. Bugün yemin ettikten sonra göreve başlayan Hristofyas'ın Kıbrıs Sorunu'nun çözümüne yönelik yeni bir sinerji yaratacağı konusunda hem adada hem de Türkiye'de seçimleri takip eden çevrelerde genel bir eğilim oluşmuş durumda. Kimseyi umutsuzluğa sürüklemek gibi bir hedef gütmemekle birlikte dereyi görmeden paçaları da sıvamak taraftarı değilim. Çünkü çözülmeyi bekleyen onlarca önemli sorun var ki; herbiri birbirinden belalı. Ayrıca tarafların fikirleri de birbirinden oldukça farklı. Kuzey, 1960 Antlaşmaları'nın temel alınmasını savunurken Güney, köprünün altından çok sular aktığı düşüncesinde.

Başkanlık ve yürütme organındaki oranlar ve güvenceler, anavatanların garantörlük hakları, adadan asker çekimi, toprak terki, aklıma gelen en temel konular. Bunların yanında kurulacak devletin polis gücünün oluşturulması, memuriyet ve iç kurumlarda temsil, dış kurumlarda temsil, "Kıbrıslılık" fikrinin oturtulması, uluslararası mahkemelerde açımış davalar, taraflara birleşme sonrası yaşanması muhtemel göçler ve daha nicesi kurulacak devletle birlikte şıp diye çözülmesi umulan sorunlar. Tıpkı sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi... Sadece önemlilere değinsek işin ne kadar zor olduğunu anlayabiliriz sanırım.

Bildiğiniz gibi ada başkanlık sistemiye yönetiliyor. Bu başkanlık sisteminde eskiden uygulanan Rum Başkan-Türk Başkan yardımcısıydı. İkisine de veto hakkı verilmişti. Mecliste, doğal olarak nüfus ağırlığı önemliydi (3:1). Bu durumda nüfusu az olan Türklerin pek bir şey önerme ve önerdiğinin kabul edilmesi şansı yoktu. Başkan vekilinin de diğer tarafın önerilerini veto etmesiyle sistem kilitleniyordu. Türk tarafı burada temel tezine uygun olarak eşit statü istiyor. Rum tarafı da nüfus faktörünün önemine vurgu yapıyor. Eğer nüfus hakim kılınırsa Türk tarafı azınlık durumuna düşer. Aynı şekilde siyasi temsilde nüfus kısmı göz ardı edilse eşitlik kavramı hiçe sayılmış olur. İçinden çıkılması zor bir durum.

Garantörlük hakları diğer önemli bir konu. Ada tüm bağımsız devletlerde olduğu gibi egemenlik haklarını başkasına dayanmadan kullanmak istiyor. Garantörlük genel olarak müdahale olarak algılanıyor ve temelde insani müdahale kabul görse de devletlerin bütünlüğü ve hakim olduğu topraklar üzerinde başka devlet ve milletlere dayanmaksızın egemen olması devlet olmasının gereği, bu devletler kardeş ve soydaş devletler olsalar bile. Aksi halde sürekli müdahale farklı tarafların devletin iç işlerine karışması ve yönetimde garantörlerin nüfus mücadelesine dönüşecektir. Devlet bu şekilde yönetilemez.

Adadaki asker miktarı ve silahsızlanma da asıl sorunlardan biri. Adada tansiyon sürekli yüksek olduğu için devletlerin bir miktar asker tutmaları yararlı olabilir. Ama adadaki Türk askeri miktarı, ki yaklaşık 40,000 kişi olduğu söyleniyor, bağımsız bir devlette -KKTC de 1983'ten beri resmen bağımsız olduğuna göre- her ne sebeple olursa olsun bulunması gerekenden çok fazla. KKTC deki her 7 kişiden biri Türk Askeri. Eğer karşı tarafta da benzer bir şekilde bulunan Yunan askeri varsa aynı şey onlar için de geçerlidir. Ama Türkler için Türk askerinin varlığı hayati bir durum; 1963'le başlayan süreçte bir çok savunmasız Türk kaçırıldı, türlü insanlık-dışı muameleye maruz kaldı, öldürüldü. O yüzden tedbiren de olsa adada Türk askeri bulunmalı. Türkiye'nin KKTC bütçesine doğrudan katkıları ve diğer yardımlar düşünüldüğünde; Ege Denizi'nin yarı kapalı oluşu ve Kıbrıs'ın da Türkiye'nin Akdeniz'e çıkışındaki ileri karakol olarak stratejik önemi de bunlara dahil edildiğinde adadan Türk askerlerinin kolay kolay çıkmayacağı bellidir. Halbuki devlet olmanın temel şartlarından biri de belli bir toprak parçasını askeri, siyasi kontrol altında tutmak/tutabilmektir. İkisi de olmazsa Kıbrıs Cumhuriyeti nasıl kurulacak ve yaşayacaktır?

Önemli addettiğim konulardan sonuncusu ise toprak meselesi. Barış Operasyonuyla, uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen "yaşam alanı açmak" gayesiyle askeri yönden ihtiyaç duyulmadığı halde toprak kazanılmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) Beyannamesi'nin 8.2.4 Maddesi'nde belirtildiği üzere savaş suçu işlenmiştir. Bu topraklar daha sonra çeşitli kesimlere verilmiş ya da satılmıştır (ada Türklerine, Türkiye'den gelenlere ya da yabancılara vs.). Aynı suçu karşı taraf da işlemiş olabilir -bilgim yok- zira adada Türk (Osmanlı) vakıf toprakları da vardı. Bu durumun çözümünde tarafların birbirine nakit para ödemesi zor bir durum yaratır. En uygunu takasdır ki, bu da bir dizi sorun çıkaracağa benzer.

İşte bu sebeplerden dolayı adada batının dayattığı tarzda bir çözüm neredeyse imkansız. Belki de iki devletin bu şartlar altında birleşmemeleri daha uygun. Ama görünüşe göre masada yapılabilineceğin azamisi Kuzey'e yapılacak ambargoların kaldırılmasına ya da hiç olmazsa yumuşatılmasına karşılık Güney'e toprak meselesinde bir miktar kolaylık göstermekten ibaret olur. Aksi halde kurulacak bir devlette siyasi yönden hem eşit hem azınlık olunmaz; hem karşı tarafa sürekli veto kullanılıp hem de işler yürütülemez; hem başka devletin garantisinde olup hem de egemen bir devlet olarak yaşam sürdürülemez. Bu iş kurulan bir federal devlette yürümez. Geçmişte yürümedi. Durum aynı kaldıkça da yürümeyecek. Adaya önerilen Federal Devletin en güzel, ve tek yaşayan örneği ABD'dir. Oradaki birleştirici harç da Kıbrıs'ta hiçbir zaman oluşmamış, sürekli etnik ve dini kimliklerin altında kalmış "yurttaşlık bilinci"dir. Ada halkı fikren Kıbrıslı olmaktan ziyade Rumlar ve Türklerdir. Eğer aidiyet bilinci, ortak kimlik oluşsaydı belki birleşme olurdu.

Son Söz: EN İYİSİ BIRAKIN DAĞINIK KALSIN!!! [Tabii Kuzey'in şartlarının iyileştirilmesi koşuluyla..]
Mücahit Önder

Hiç yorum yok:

Yazı Hakkındaki Yorumunuzu Bırakın

© Blogger Templates | Tech Blog