Yeni Sitemizde Yayındayız

Politika Dergisi Sayı 15

href="http://www.politikadergisi.com/sites/default/files/PD15.zip">Politika Dergisi Sayı 15'i İndirmek İçin Tıklayın.

 

11 Mart 2008 Salı

Uludağ Bizi 80 Öncesine Götürecek Örnek Olur mu?

Dün Uludağ Evrenkent'i (üniversitenin Türkçesi) yerleşkesinde hafta sonu tartışan karşıt görüşlü öğrencilerin kavgası güne damgasını vurdu. Bu haber bence çok önemli. Her ne kadar şu ana kadar olay hakkında yeterli bilgi edinemesem de yazılı basından edindiğim izlenim görüş ayrılığının öncelikle tartışmaya sonra da kavgaya dönüştüğü yönünde. Umarım Uludağ’da eğitim öğrenim gören yazar arkadaşlarımız bizi ve tüm kamuoyunu bilgilendirecek yazılarını esirgemezler.

Milliyet Haber’in 10 Mart 2008 tarih ve 15.16 saat itibarıyla geçtiği haber başlığında “Toplam 45 bin öğrencinin eğitim gördüğü Uludağ Üniversitesi'nde, sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında hafta sonu tartışmalar çıktı. Gerginlik, bugün saat 10.00 sıralarında Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi'nin önündeki bahçede oturan sol görüşlü öğrencilere, ellerinde demir çubuk bulunan sağ görüşlü öğrenciler saldırdı” şeklinde geçilmiş. Ne kadar yazık! Türban sebebiyle gerilen ortamda ben de bu ve bu benzeri bir olayın oluşumundan korkmuştum. Çünkü insanlar birbirleriyle diyalogu kestiklerinde, sadece kendi pencerelerinden görürler hayatı, olayları, kişileri. Bu dar bir perspektiftir ve insanı git gide karşısındaki hakkında peşin hüküm vermeye, kalıplaşmış düşüncelere (stereotype) yöneltir. Siz peşin peşin karşınızdakinin yanlış olduğunu düşünürseniz onla diyalog kurmazsınız ya da bu diyalog kendi fikrini dayatma çalışması gibi, karşısındakinin düşüncesine saygının hatta tahammülün ortadan kalkması gibi sonuçlar doğurur. 1970 sonrası da böyle başlamıştı her şey. Dış faktörler, ekonomik bunalımlar, hali hazırdaki cepheleşme (bkz. Ecevit’e karşı AP-MHP-MSP cephe hükümetleri), siyasilerin kirli oyunları (Güneş Motel Meselesi) ve en nihayetinde de Kıbrıs Meselesi bu olayları tetiklemiştir.

İlk başta iki farklı görüşlü bir kafede oturabiliyor hatta özgürce fikirlerini tartışabiliyorlardı. Sonraları sağcılar solcularla uzlaşamayacaklarını anladılar. Çünkü sol fraksiyonlar birçok fikir ve hedefe sahip olsa da ortak hedef “devrim”di. Devrim de çok ufak bir laf değildir. Atatürk’ün de Kurtuluş Savaşı Mücadelesi’ni de düşünürsek ki o da bir devrimdir, pek uzlaşmacı yapısı yoktur. Çünkü siz hali hazırdaki bir düzeni “devirirsiniz”. Sistemde düzelme ihtimali yoksa ve bu kadar umutsuz da devrim olur. Ya da devrim planı konulur. Ama siz mevcut düzenden genel olarak memnun ve bazı çarpıklıklardan muzdaripseniz o zaman reform hedefinizdir. Reform devrime göre uzlaşması daha kolay ve basittir. İşte sağda genel düşünce de reformdan yanaydı. Sağ da sol gibi bölünmüştü fakat soldan daha kalabalık ve az bölünmüştü. Temel parçalar: merkez sağdaki AP taraftarları, Türkeş’in yavrukurtları [sonra bunlar büyüyüp sola katliam yapacaklardı] ve Erbakan’ın Akıncılar’ıydı.

Uzlaşma sağlanamayacağını gören ve Sol’un görüşlerini (kısmen de olsa haklı olarak) yıkıcı, bölücü [ki sol fraksiyonlarda bölücü olanlar, halkların kardeşliğinden bahsedenler, devlet yapısını değiştirmek taraftar olanlar da vardı] addeden sağ, özellikle de Ülkücüler sistematik saldırılara başladılar. Sağ örgütler Filistin’e eğitim kamplarına öğrenci yolladılar. Burada gerilla eğitimi alan sağ gençler, “komünistleri” tepelemek için yurda döndüler. ABD öncülüğünde kurulan ve bu gençler tarafından faaliyet yürüten “Komünizmle Mücadele Dernekleri” de bu uğraşa bayağı destek vermiştir. Silahlanan ve gerilla eğitimi alan sağın üniversitelerde genel olarak hakim sayıdaki sol gençlere karşı yapılan saldırıları (ODTÜ işçi olayları, Evrenkent’e işçi kılığıyla girip durum güçlendirmek istemesi) solun da aynı kamplarda eğitime gitmesiyle karşılık buldu.
Artık taraflar az çok birbirine eşitti ve eskiden sadece birbirlerini dövenler şimdi, yaralıyor, vuruyor hatta öldürüyorlardı. Ülke günden güne kaosa sürükleniyordu. Ekonomi zaten berbattı. Siyaset birbiriyle çekişiyordu. Şehirlerde kurtarılmış bölgeler oluşturuluyor ve gün be gün silahlı çatışmanın, insan kaybının ardı kesilmiyordu. Önemli devlet adamları dahi silahlı saldırıya uğradı [Nihat Erim, 1980 de Dragos’ta evinde öldürüldü].

Asker durumun bu kadar kötüleşmesinden, ülkenin halinden sürekli kargaşa ile parçalanmışlığından korktu. Botunu giydi ve öncelikle solu olmak üzere herkesi, siyasetle en ufak bir alakası olmuş herkesi ezdi geçti. Solu daha çok ezdi çünkü onun düşüncesi sistemi değiştirmekti. Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı cebren tağyir ve tebdil ve ilgadan ideasıyla Türk Ceza Kanunu'nun 146/1'inci maddesi hükmünce ölüm cezasına çarptırılmasına karar verilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın durumlarında olduğu gibi. Sağın suçu ise kendini devlet yerine koymaları, infaz, saldırı, kundaklama gibi sol kesime yönelik saldırılarla tansiyonu yükseltmekti. Her zaman dediğim gibi tek kale maç olmadığı gibi dar anlamda farklı oranlarda olsa da tarafların ikisi de suçluydu.

Darbenin neler yarattığını görmek için suçlu-suçsuz akan onca kana, tepe taklak olan ülkeye, her on yılda bir gelen askeriyeyle yerle yeksan olan demokrasiye, Özal’ın plansız açık politikalarına, pısırık ve apolitik 1980li gençlere, kolay yoldan köşe dönme uğraşındakilere, zirve yapmış arabesk ve varoş kültürüne bakmamız yeter de artar bile. Asıl kayıp ise hiç yoluna ölen, öldürülen, öldüren kısacası yok olup giden onca gençtir. O nesil tıpkı Çanakkale’de 1915’te ölen Sultanililer gibi harcandı gitti. Şimdi en yüreklimiz bile onlar kadar yürekli değil. En idealistimizin bile beyninde sınırlar var. En vatanperverimiz dahi ülkesini bölmek isteyene karşı tepki koyacak kadar cesur değil. Belki de ölümle nişanlı olmak gerekiyor bunları yapabilmek için. Kim bilir?

Umarım, tarih tekerrür etmez ve tüm korkularım 21 asrın ilim, fen ve sanatına mağlup olmuş; gençlerimiz anlayışlı, düşüncelere saygılı, üretken, zeki ve azimlidir.

Saygılarımla,

Mücahit Önder

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Olyaların hemen hemen tamamının içerisindeydim. Olayın sağ sol çatışması olarak lanse edilmesini doğru bulmuyorum. Malum medyamızda bilmeden sormadan anlamadan belkide işine böyle geldiği için atıp tutmuş. Olayın çıkış noktası; KYK ya bağlı yurtlarda kalan iki erkek öğrenciye küpe taktıkları ve uzun saçlı oldukları için kendilerine reis diyen kendilerini bir şey zanneden insanların müdahale etmeye çalışması sonucu çıktığını öncelikle bilmemiz gerekiyor. Biz teşkilattanız diyerek yurttaki istediği odaya istediği gibi girip çıkabilen bu insanlar ne yazık ki insanların giyim kuşamına dahi müdahale etme hakkını kendisinde buluyor. Bu gün neden saçın uzun diyenler yarın bir kız öğrenciye neden mini etek giyiyorsun da diyeceklerdir. Sorunun kesinlikle türbandan kaynaklanmadığını da belirtmemiz gerekir. Olan oldu nedeni ne olursa olsun bir sürü insan göz altına alındı koll! arı kafaları bacakları kırıldı. Ama asıl bundan sonrası önemli olan, jandarma tarafından gözaltında tutulan, ve 20 metre kareye tıkılan 30 öğrenciye sabahın altısında jandarma tarafından biber gazı sıkılmasını ve astımlı olan bir öğrencinin fenalık geçirdiği halde jandarma tarafından keyfi bir şekilde hastahaneye kaldırlmakta geçikilmesini bana kim açıklayacak. Jandarmanın gözaltına aldığı öğrencilere ettiği küfürleri, ettiği hakaretleri bana kim açıklayacak. Öğrencilere insandan ayrı her şeymiş gibi davranan kim. Küpe takma dedikleri için tartaklanan buna tepki gösterdikleri için 60 kişilik ülkücü grup tarafından dövülen 6 kişiyi ve buna tekrar tepki gösterdikleri ve tek gayeleri yurt müdürüyle görüşmek olan öğrencilerin üzerine biber gazı sıkarak araya sıkıştırdıkları bir öğrenciyi öldüresiye döverek bacağını kıran jandarmanın bu tutumunu bana kim izah edecek. Duvar dibine ya! tırarak 7 jandarmanın bir öğrenciyi öldüresiye dövmesin! i kolunu ve kafasını kırmasını bana kim açıklayacak. Dışardan bakılınca herşey çok basit; "Uludağ üniversitesinde çatışma çıktı falanca sayıdaki öğrenci yaralandı feşmekanca sayıdaki öğrenci gözaltına alındı çaatışmanın nedeni de sağ sol kavgası" işin enterasan tarafı da bu ülkücü denilen şahıslardan hiç birinin gözaltına alınmamış olması bilakis jandarma karakolunda misafir edilerek çay ikram edilmesi. Birine çay birine biber gazı! Bu ne yaman çelişki böyle!

Yazı Hakkındaki Yorumunuzu Bırakın

© Blogger Templates | Tech Blog